Книга - Aldatilmiş

a
A

Aldatilmiş
Morgan Rice


Vampır Mektupları #3
ALDATILMIS kitabinda (Vampir Mektuplari"in 3. kitabi), Caitlin Paine büyük bir komadan uyanir ve dönüstügünü fark eder. Simdi gerçekten tam bir vampir olan Caitlin uçma yetenegi ve insanüstü güç gibi yeni güçlerine sasirir. Gerçek aski Caleb"in onun eski haline dönmesini bekledigini ve onun tarafinda oldugunu ögrenir. Caitlin, hayal edebilecegi her seye sahiptir. Ve birden her sey kötü gitmeye baslar. Caitlin, Caleb"i eski esi Sera ile beraber görünce dehsete kapilir ve Caleb"in açiklamasina izin vermeden ona gitmesini söyler. Kalbi kirilan ve kafasi karisan Caitlin kivranip ölmek ister ve tek tesellisi yavru kurdu Rose"dur. Caitlin yeni çevresinde de teselli bulur. Hudson Nehrinde sakli bir adada (Pollepel), genç vampirlerden, erkek ve kizlardan olusan (o dahil 24 kisi) elit bir meclisin arasinda oldugunu ögrenir. Buranin kendisi gibi kimsesizlerin oldugu bir yer oldugunu ögrenir. Yeni en iyi arkadasi Polly ile tanisip elit bir vampir grubunda egitim alirken artik evi olarak adlandirabilecegi bir yer oldugunu fark eder. Ancak büyük bir vampir savasi yaklasmaktadir ve kardesi Sam, Samantha tarafindan kaçirilmis ve hala ondan uzaktadir. Efsanevi kilicini ustaca kullanan seytani Kyle da savasa gitmektedir ve New York"u yok edene kadar hiçbir sey onu durduramayacaktir. Yeni evine ve tarifi zor vampir Blake"e karsi yeni gelisen askina ragmen Caitlin kaderi onu baska bir yere götürene kadar bu adada kalacagini bilmektedir. Yine de en önemli kisi O"dur ve digerleri hala onun babasini ve herkesi kurtarabilecek diger silahi bulmasini beklemektedir. Yeni arkadaslari ve Caleb"e karsi gitmek bilmeyen hisleri arasinda kalan Caitlin, gerçek sadakatin nerede olduguna ve Caleb"i bulup onu tekrar hayatina sokma konusunda her seyi risk edip edemeyecegine karar vermelidir.. "ALDATILMIS, bu serinin mükemmel bir kismidir. Morgan Rice bu seride gerçek bir kazanan ileri sürer. Kitap aksiyon, ask, kararsizlik ve entrika doludur ve olaylar hizli gelisir. Yazarin ilk iki romanini okumamissaniz, onlari bitirin ve ALDATILMIS"i okumaya baslayin. Sirasiyla bu kitaplarin hepsini okudum ancak her biri birbirinden bagimsiz yazilmistir, bu yüzden ilk ikisini okumamissaniz bile ALDATILMIS"i alin. Eminim ki bunu okuduktan sonra ilk ikisini de okuma istegiyle dolacaksiniz- kesinlikle bir kez okumaya deger kitaplar. ya da iki kez! " VampireBookSite. "ALDATILMIS kitabinin sonundaki büyük çekisme okuyucuyu adeta soluksuz birakmaktadir ve ALDATILMIS kurgusu ve içerigi ile tüm otoritelerden A+ alacak özelliktedir. " –The Dallas Examiner. "ALDATILMIS kitabinin harika bir cazibesi, güçlü bir kurgusu, içersinde barindirdigi pek çok hareket ve okuyucuyu soluksuz birakacak özellikleri ile tam anlamiyla bir basyapittir. Bir önceki kitaptan daha karanliktir ancak geriye dönüslerle karakterleri daha iyi anlamamizi saglar. Ikincil karakter daha güçlüdür ve Morgan Rice"in bir üst seviyeye çikardigi hikâyede olay örgüsünü güçlendirmede ona yardim eder. Sonuna kadar okumak isteyeceginiz, okurken hiç sikilmayacaginiz ve içersinde size hiç beklemediginiz yerden vuracak sasirtici olaylarin oldugu kitabi kaçirmayin. " –The Romance Review





Morgan Rice

ALDATİLMİŞ Vampır Mektupları’ın 3. kitabı



“ALDATİLMİŞ bu serinin mükemmel bir kısmıdır.  Morgan Rice bu seride gerçek bir kazanan ileri sürer. Kitap aksiyon, aşk, kararsızlık ve entrika doludur ve olaylar hızlı gelişir. Yazarın ilk iki romanını okumamışsanız, onları bitirin ve ALDATİLMİŞ ’i okumaya başlayın. Sırasıyla bu kitapların hepsini okudum ancak her biri birbirinden bağımsız yazılmıştır, bu yüzden ilk ikisini okumamışsanız bile ALDATİLMİŞ ’i alın. Eminim ki bunu okuduktan sonra ilk ikisini de okuma isteğiyle dolacaksınız- kesinlikle bir kez okumaya değer kitaplar..ya da iki kez!”



    VampireBookSite

“ALDATİLMİŞ kitabının sonundaki büyük çekişme okuyucuyu adeta soluksuz bırakmaktadır ve ALDATİLMİŞ  kurgusu ve içeriği ile tüm otoritelerden A+ alacak özelliktedir.”



    --The Dallas Examiner

“ALDATİLMİŞ kitabının harika bir cazibesi, güçlü bir kurgusu, içersinde barındırdığı pek çok hareket ve okuyucuyu soluksuz bırakacak özellikleri ile tam anlamıyla bir başyapıttır. Bir önceki kitaptan daha karanlıktır ancak geriye dönüşlerle karakterleri daha iyi anlamamızı sağlar. İkincil karakter daha güçlüdür ve Morgan Rice’ın bir üst seviyeye çıkardığı hikâyede olay örgüsünü güçlendirmede ona yardım eder. Sonuna kadar okumak isteyeceğiniz, okurken hiç sıkılmayacağınız ve içersinde size hiç beklemediğiniz yerden vuracak şaşırtıcı olayların olduğu kitabı kaçırmayın.”



    --The Romance Review

"TURNED (Dönüşüm), TWILIGHT (Alacakaranlık) ve VAMPIRE DIARIES (Vampir Günlükleri)’e kesinlikle rakip olacak ve son sayfaya kadar elinizden bırakamayacağınız bir kitap! Macerayı, aşkı ve vampirleri seviyorsanız bu kitap tam size göre!"



    --Vampirebooksite.com



Morgan Rice

Morgan Rice Hakkında Morgan efsanevi fantezi serisi, çok satanlar listesinde birinci olan ve on kitaptan oluşan THE SORCERER'S RING serisinin yazarıdır. Serinin ilk kitabı A QUEST OF HEROES ise ücretsiz indirilebilir!

Morgan Rice altı dile çevrilen ve on kitaptan oluşan yetişkin gençlere daha fazla hitap eden en çok satanlar listesinde birinci sırada olan VAMPIR MEKTUPLARI serisinin yazarıdır.

Morgan ayrıca gene çok satanlar listesinde olan kıyamet sonrasını anlatan etkileyici THE SURVIVAL TRIOLOGY üçlemesinin ilk iki kitabı olan ARENA ONE ve ARENA TWO’nun da yazarıdır. Morgan yorumlarınızı dört gözle bekliyor, istediğiniz zaman iletişim kurabilirsiniz.

www.morganricebooks.com (http://www.morganricebooks.com/)



YAZARIN KITAPLARI

THE SORCERER’S RING

Kahramanların Görevi

A QUEST OF HEROES (Book #1)

A MARCH OF KINGS (Book #2)

A FATE OF DRAGONS (Book #3)

A CRY OF HONOR (Book #4)

A VOW OF GLORY (Book #5)

A CHARGE OF VALOR (Book #6)

A RITE OF SWORDS (Book #7)

A GRANT OF ARMS (Book #8)

A SKY OF SPELLS (Book #9)

A SEA OF SHIELDS (Book #10)

A REIGN OF STEEL (Book #11)

A LAND OF FIRE (Book #12)

A RULE OF QUEENS (Book #13)

AN OATH OF BROTHERS (Book #14)



THE SURVIVAL TRILOGY

ARENA ONE (Book #1) Arena Bir KöletüccarlarıÜçlemesi

ARENA TWO (Book #2)



THE VAMPIRE JOURNALS

TURNED (Book #1): Dönüşüm

LOVED (Book #2) Sevilmiş

BETRAYED (Book #3): Aldatılmış

DESTINED (Book #4) Yazgı

DESIRED (Book #5)

BETROTHED (Book #6)

VOWED (Book #7)

FOUND (Book #8)

RESURRECTED (Book #9)

CRAVED (Book #10)

FATED (Book #11)












Lista! (http://www.amazon.com/Turned-Book-1-Vampire-Journals/dp/B006M6VYJM/ref=tmm_aud_title_0)


Amazon (http://www.amazon.com/Turned-Book-1-Vampire-Journals/dp/B006M6VYJM/ref=tmm_aud_title_0)


Audible (http://www.audible.com/pd/ref=sr_1_1?asin=B006LAKL34&qid=1323958119&sr=sr_1_1)


iTunes (http://itunes.apple.com/WebObjects/MZStore.woa/wa/viewAudiobook?id=489725251&s=143441)


Copyright © 2014 by Morgan Rice

Tüm hakları saklıdır. U.S. Copyright Act of 1976 (Birleşik Devletler Telif Anlaşması) izni haricinde, yazarın izni olmaksızın bu yayının bir bölümünün ya da tamamının hiç bir şekilde ya da hiç bir amaçla yeniden yayınlanması, kopyalanması, dağıtılması ve aktarılması yasaktır. Bu e-kitap sadece sizin kişisel zevkiniz için ruhsatlandırılmıştır. Bu e-kitap diğer kişilere tekrar satılamaz veya girilemez. Eğer bu kitabı başkaları ile de paylaşmak istiyorsanız lütfen her biri için ek kopyayı satın almalısınız. Eğer kitabı okuyorsanız ve satın almadıysanız ya da sadece sizin kullanımınız için satın alınmadıysa lütfen kitabı iade edip başka bir kopya satın alınız. Yazarın yoğun çalışmasına saygı gösterdiğiniz için teşekkür ederiz. Kitap tamamen kurgudan oluşmaktadır. İsimler, karakterler, meslekler, organizasyonlar, mekanlar ve olaylar tamamen yazarın hayal gücünün ürünüdür ya da kurgu amacıyla kullanılmıştır. Ölü ya da diri gerçek herhangi biri ile olan benzeşme tamamen tesadüfîdir.

Sonsuz Kitap: 79 1. Baskı: Ağustos 2012 ISBN: 978-605-384-530-0 YayıncıSertifika No: 16238 Yazar: Morgan Rice Çeviri: Emrah Saraçoğlu Yayın Yönetmeni: Ender Haluk Derince Görsel Yönetmen: Faruk Derince  Yayın Koordinatörü: Ceylan Şenol Düzelti: Hilâl Kandaz İç Tasarım: Tuğçe Gülen Baskı: Melisa Matbaacılık  Matbaa Sertifika No: 12088 Çifte Havuzlar Yolu Acar Sitesi No: 4 Davutpaşa/İSTANBUL YAKAMOZ KİTAP © MORGAN RICE Orijinal Adı: Betrayel-The Vampire Journals Copyright © Morgan Rice. tarafından yayımlanmıştır. Türkçe yayım hakları Nurcihan Kesim Ajans aracılığıyla alınmıştır. Yayınevinden izin alınmaksızın tümüyle veya kısmen çoğaltılamaz, kopya edilemez ve yayımlanamaz. Sonsuz Kitap, Yakamoz Yayınları’nın tescilli markasıdır.



GERÇEK HADİSE:

Manhattan’ın  altmış mil kuzeyinde,  Hudson Nehri’nde üstünde yıkık  dökük  bir  İskoç kalesinin bulunduğu küçük, kuytu bir  ada vardır. Ada Pollepel olarak bilinir ve yüzlerce yıl önce Hudson’ın  buzları üzerinde sıkışıp kıyıya vuran Polly adında genç bir kızdan yola çıkarak isimlendirilmiştir.  Efsaneye  göre  daha sonra onunla adada evlenen âşığı tarafından romantik bir şekilde kurtarılmıştır.


“Yetmişyıl oldu iyi anımsarım,
Onca zamandır görüp geçirdiğim
Korkunç  saatler ve tuhaf şeyleri; ancak bu kederli gecede
Boşa çıkıverdi evvelden bildiklerim.”

    William Shakespeare, Macbeth






Birinci Bölüm


Pollepel Adası, Hudson Nehri, New York

(Günümüz)



“Caitlin?” dedi yumuşak bir ses. “Caitlin?”

Caitlin Pane sesi duydu ve gözlerini açmaya uğraştı. Gelgelelim göz kapakları o kadar ağırdı ki, ne kadar uğraşır- sa uğraşsın, ancak azıcık aralayabildi. Nihayet,  sırf sesin ne- reden geldiğini görmek için kısa bir anlığına onları açmayı başarabildi.

Ses Caleb’den geliyordu.

Yüzü endişeli, elini ellerinin arasına almış şekilde yanında çömelmekteydi.

“Caitlin?” dedi tekrardan.

Kafasının içindeki devasa darmadağınıklığı defetmek için kendine gelmeye çalıştı. Neredeydi  ki? Bulundukları oda- nın boş ve taştan yapılma olduğunu fark edebilecek kadar etrafı seçebiliyordu. Vakit geceydi ve genişçe bir pencereden dolunay ışığı sızıyordu. Taş zemin, taş duvarlar, kemerli taş tavan. Taş, düz ve antik görünüyordu. Orta Çağ dan kalma bir manastırda falan mıydı yoksa?

Ay ışığı haricinde oda, sadece uzak köşedeki duvara sa- bitlenmiş,  fazla ışık yaymayan bir fenerle aydınlanıyordu. Daha fazlasını görmek için etraf çok karanlıktı.

Bir adım ötesinde ona umutla bakan Caleb’in  yüzüne odaklanmayı denedi. Elini daha da sıkı kavrarken  gözleri parlıyormuş gibiydi. Onun elleri sıcaktı. Kendininkiler  ise soğuk. Artık içlerinde yaşam olduğunu hissedemiyordu.

Çabalamasına rağmen gözlerini bir saniye daha açık tu- tamadı. Çok ağırdılar. Kendini…  doğru kelime hasta değil- di. Kendini…  ağırlaşmış hissediyordu. Sanki araftaymış, iki dünya arasında serbestçe salınıyormuş gibiydi. Artık kendi bedeniyle arasındaki bağ kopmuştu  ve sanki bu dünyanın bir parçası olma hissini yaşamıyordu. Fakat ölü gibi hissedi- yor da değildi. Sanki çok ama çok derin bir uykudan uyanı- yormuş gibiydi.

Hatırlamaya çalıştı. Boston… Kral’ın Mabedi… Kılıç. Ve sonra… hançerlenişi. Ölmek  üzereyken öylece uzanıp kalı- şı… Yanında duran Caleb. Ve sonra… dişlerinin yaklaşması.

Caitlin boynunun yanında tatsız, zonklayan bir ağrı his- setti. Isırıldığı yer burası olmalıydı. Bunu  kendisi istemişti, bunun için yalvarmıştı.

Fakat şimdiki hissettiklerine bakılırsa bunun doğru bir karar olup olmadığından emin olamıyordu. İyi hissetmiyor- du. Damarlarında dolaşan buz gibi soğuk kanı duyumsuyor- du. Sanki ölmüş de bir sonraki adıma geçememiş gibiydi, tam orada sıkışmış gibi.

Her şeyden çok, acı hissediyordu. Sağ alt karnında ve mi- desinde tatsız, zonklayan bir acı vardı. Bıçaklandığı yer orası olmalıydı.

“Şu an yaşadıkların normal”  dedi Caleb yumuşak bir şekilde. “Korkma.  Hepimiz ilk dönüştürülüşümüzde bunu yaşarız.  Daha iyi olacak.  Sana söz veriyorum.  Acı geçe- cek.”

Caitlin gülümsemek  ve uzanıp  onun yüzünü  okşamak istedi. Sesi dünyadaki  her şeyi kusursuz hale getiriyordu. Tüm bunlara değdiğini hissettiriyordu. Artık sonsuza kadar onunla olabilirdi ve bu ona umut veriyordu.

Fakat çok yorgundu. Vücudu beyninin istediği şeye yanıt vermiyordu. Dudaklarının  kıvrılmasını sağlayamıyor ve eli- ni kaldıracak gücü toplayamıyordu. Tekrar uykuya daldığını hissetti.

Birden  düşünceleri tekrar değişti ve tak diye onu uyan- dırdı. Kılıç… bir ara orada duruyordu ve sonra… çalınmıştı. Şimdi kimdeydi ki?

Sonra kardeşini, Sam’i hatırladı. Bayılmıştı. Sonra o vam- pir tarafından götürülmüştü.  Ona ne olmuştu? Şimdi  gü- vende miydi?

Ve Caleb. Niye buradaydı? Oysa onları durdurmak için kılıcın peşinden gitmiş olmalıydı. Sırf onun yüzünden mi buradaydı? Her şeyi sırf onun yanında kalmak için feda mı ediyordu?

Kafasında sorular soruları kovaladı.

Var olan gücünü son kırıntısına kadar toplayıp dudakla- rını ufacık da olsa araladı.

“Kılıç” diyebildi, boğazı o kadar kuruydu ki canı acıyor- du. “Gitmelisin…”  diye ekledi. “Gidip onu…”

“Hişş” dedi Caleb. “Dinlen sadece.”

Daha fazlasını söylemek istedi. Çok daha fazlasını. Ona onu ne kadar sevdiğini söylemek istedi, ne kadar minnettar olduğunu da. Nasıl asla yanından ayrılmayacağını umduğu- nu anlatmak istedi.

Ancak bunlar beklemek zorunda kalacaktı. Yeni bir baş dönmesi dalgası üstünden geçtiğinde dudaklarının açılacak hali kalmamıştı. Karşı koymasına rağmen karanlığa, o ölüm- süzlük uykusuna doğru battı, battı ve battı.




İkinci Bölüm


Kyle Manhattan’ın üzerinden uçarken koltukları hiç ol- madığı kadar kabarıktı. Arkasında emrine amade askeri Sergei uçuyor ve onun arkasından da yol üzerinde ona ka- tılmış olan yüzlerce vampir geliyordu.  Artık efsanevi kılıç Kyle’ın  elinde olduğuna göre başka lafa hacet yoktu. Doğu Kıyısı’nın tüm kötücül vampirleri havadisi almıştı ve Kyle uçtuğu sırada birçok meclis ona katılma heveslisiydi. Sava- şın yaklaşmakta olduğunu biliyorlardı ve Kyle’ın namı almış yürümüştü. Bu açıkgöz vampirler biliyordu ki o nereye gi- derse gitsin iyilik peşinde olmayacaktı hiç. Hepsi bunun bir parçası olmak istiyordu.

Kyle arkasında büyüyen  ordudan  dolayı  heyecanlandı ve şehrin üzerinden uçarken bir özgüven dalgasıyla doldu. Sergei kılıcı kapıp o Caitlin denen kızı bıçaklamakla iyi etmişti. İşin doğrusu Kyle şaşırmıştı. Daha önce Sergei’de bu cevherin olduğunu hiç düşünmemişti. Onu fazla hafife almıştı ve ödül olarak, iyi bir ortak olacağının farkına vara- rak, onu hayatta tutmaya karar vermişti. Bilhassa Sergei’nin Kralın Mabedi’nden ayrılmalarının hemen ardından kılıcı görevine sadık bir şekilde ona teslim edişinden etkilenmiş-ti. Evet, Sergei yerini biliyordu. Eğer bu tavrını sürdürürse Kyle onu terfi ettirebilir, hatta kendine ait olacak küçük bir bölge bile verebilirdi. Kyle birçok kişinin birçok yönünden nefret ederdi, ne var ki sadakat takdir ettiği şeylerdendi.

Özellikle de kendi insanlarının, Kara Metcezir Meclisi’nin ona yaptıklarından sonra… Binlerce yıllık sadakatinin ardın- dan yüce liderleri Rexius,  sanki binlerce yıllık hizmetinin hiçbir anlamı yokmuşçasına Kyle’ı kapı dışarı etmişti. Hem de hepi topu küçük bir hata için! İnsanın aklı almıyordu.

Kyle’ın  planı mükemmel işlemişti. Artık kılıç elinde ol- duğuna göre hiçbir şey -tam anlamıyla hiçbir şey- önünde duramazdı. İnsan ırkıyla ve diğer vampir ırklarıyla savaş, ya- kında onun işi olacaktı.

Kyle uçmaya devam ederken Harlem üzerine geldiğinde aşağıya doğru  yaklaşıp  ayrıntıları  görebilmek  için vampir görüşünü kullandı. Gülümsemesi genişledi.

Hıyarcıklı  vebayı yayması gerçekten işe yaramıştı. Etrafa gürültü ve kargaşa hâkimdi. Şu zavallı küçük insancıklar her yöne koşuşturuyor, tek yönlü yollarda arabalarıyla ters yöne gidiyor, birbirleriyle tartışıyor ve mağazaları yağmalıyorlar- dı. Birçok  insanın vebaya yakalandıklarını  belli eden kor- kunç yaralarla kaplı olduğunu görebiliyordu. Neredeyse her sokak köşesinde cesetlerin üst üste yığıldığını da görebiliyor- du. Aşağıda kıyamet kopuyordu.  Onu daha mutlu  edecek başka bir şey yoktu.

Şehirdeki tüm insanların ölmesi ancak birkaç gün alırdı. O noktada Kyle ve adamları kolaylıkla geri kalanlarını silip süpürebilirdi. Daha önce hiç beslenmedikleri gibi beslenir ve sonra da insan ırkının geri kalanını köle yaparlardı.

Yolunun üzerinde kalan tek küçük engel, sadece hayvan- lar üzerinden beslenip geri kalan herkesten daha iyi olduk- larını düşünen şu zavallı Ak Meclis’ti. Evet, yoluna çıkmayı denerlerdi. Fakat kılıcın karşısında duramazlardı. İnsanlarla işi bittikten sonra sıra onları temizlemeye gelecekti.

İlk başta ve  hepsinden  önemlisi,  kendi meclisindeki yerini geri alacaktı.  Bunu acımasızca  gerçekleştirecekti. Caitlin’in kaçmasına  mani olamadığı  için aldığı cezayla korkunç kaderine dönüşen ve sertleşmeye başlayan yüzün- deki yaralara uzanıp dokunduğunda  Rexius’un  onu ceza- landırmakla ölümcül bir hata yaptığını düşündü. Rexius, Kyle’ın yara izlerinin  her birinin  ceremesini  ödeyecekti. Rexius güçlü olmasına güçlüydü, ne var ki artık kılıç elin- deyken Kyle’ın gücü çok daha fazlaydı. Kyle, Rexius kolla- rında can verip bizzat kendisi yeni yüce lider ilan edilme- den rahat etmeyecekti.

Kyle bu düşünce karşısında kocaman  gülümsedi.  Yüce lider ha! Tüm bu binlerce yılın sonunda. Onun hak ettiği buydu. Bu onun kaderiydi.

Kyle ve adamları Central Park, Midtown, Union Square ve Greenwich Village üzerinden uça uça sonunda Belediye Konağı na vardılar.

Kyle zarif bir şekilde alçalıp toprağa bastı ve şimdi sayıları yüzlerce olan vampir sürüsü onu takip etti. Kyle’ın  ordusu inanılamayacak kadar büyümüştü. Ne dönüş ama, diye dü- şündü.

Kyle tam Belediye Konağı’nın girişine doğru yürüyüp ka- pıyı kırarak savaşı başlatacaktı ki göz ucuyla bir şey fark etti, onu huzursuz eden bir şey.

Kyle Brooklyn  Köprüsü’nün  önündeki curcunaya bak- mak için birkaç blok ötesine zum yaptı. Yüzlerce araba tra- fikte sıkışmış, birbirine girmiş ve köprünün  önünde birik- mişti. Hepsi bulundukları yerden çıkmak istiyordu.

Gelgelelim köprü kordonla kapatılmıştı. Makineli tüfek- leri kitlenin üstüne çevrilmiş bir dolu askerin, üzerinde otur- duğu orduya ait tank ve kamyonlar yolu kapamıştı. Hiçbir insanın Manhattan  Adası’ndan çıkışına izin verilmiyordu. Ordu salgının yayılmasını istemiyor olmalıydı. Muhtemelen tüm köprüleri ve tünelleri tıkamışlardı.

Bir taraftan bu tam da Kyle’ın istediği şeydi: Tüm insan- lar Manhattan’a  kısılıp kaldığında onları daha da kolay öl- dürebileceklerdi. Fakat diğer taraftan bunu kendi gözleriyle görüyor olmak midesini kaldırıyordu.

Otoriteden  nefret ederdi, istisnasız her türünden. Bu orduyu da kapsıyordu.  Neredeyse bölgeden çıkmak isteyen insan yı- ğınlarına sempati duymaya başlamıştı. Otorite figürleri yoluyla durdurulmaktaydılar. Bu düşünce Kyle’ın tepesini attırdı.

O sırada aklına yeni bir fikir geldi. Neden bazı insanların adadan çıkmasına izin vermesindi ki? Bu sadece onun ama- cına hizmet ederdi. Salgını daha uzağa yayarlardı. Başlangıç için doğru Brooklyn’e o halde. Evet, bu pek yerinde olurdu gerçekten de.

Kyle aniden tekrar havaya yükseldi, Brooklyn Köprüsü’nün başına  doğru uçmaya  başladı.  Hemen peşinden  yüzlerce vampir onu takip etti.

Güzel, diye düşündü. Sadık ve itaatkârdılar, soru da sor- muyorlardı. Pek münasip bir ordu olacaktı hakikaten de.

Kyle, Brooklyn Köprüsü’nün ayağına indi; bir arabanın kaputuna bastı ayağını ve yüzlerce vampir de onun arkasın- daki arabaların üzerlerine indi, yere değdiklerinde ayakkabı- ları çın çın ses çıkardı.

Birden araba kornaları alevlendi. Görünüşe göre insanlar arabalarının üstüne çıkılmasından hoşlanmıyorlardı.

Kyle’ı yeni bir hiddet dalgası sardı, onlara yardım etmek için gelmişken kornalarına yüklenen  şu acınası insanların nankörlüğünü düşünüyordu.

Kornasını  ısrarla çalan bir arabanın üstündeyken birden durakladı. Tam aşağı inip orduyla uğraşacaktı ki onun ye- rine yavaşça geri dönüp ona doğru gözlerini dikmiş duran aileye baktı.

Tipik tıfıl ailenin tekiydi bu. Ön koltuklarda kırklı yaşların- da karı ve koca, arkalarında ise iki çocukları oturuyordu. Koca- sı penceresini açıp eğildi ve yumruğunu Kyle’a doğru sıktı.

“Siktir ol git arabamın üstünden!” diye bağırdı.

Kaputun üzerinde duran Kyle, tek dizinin üstüne çöktü ve gerilip ön cama bir yumruk attı. Adamı polo yakasından kavradı ve tek harekette camın içinden kendine doğru çekti. Adamın karısının ve çocuklarının çığlıkları geceyi şenlendi- rirken cam kırıkları oradan oraya uçuşuyordu.

Kyle kaputun üstünde sırıtarak adamı kafa hizasının yu- karısına kaldırmıştı.

Dağılan  camdan dolayı kafası kanlar içinde olan adam inliyor ve haykırıyordu.

Kyle arkaya doğru gerildi ve sırıtarak adamı kâğıttan bir uçak gibi havaya fırlattı. Adam onlarca metre uçtu ve trafi-ğin arkasında bir yerlerdeki başka bir arabanın kaputunun üstüne düştü. Ölmüştür, diye umdu Kyle.

Kyle işine geri döndü. Arabanın üstünden atlayıp köprü- yü kapamakta olan devasa tanklara doğru ilerledi. Yüzlerce askerin uygun adım arkasından geldiğini hissedebiliyordu.

Kyle yaklaşırken  askerlerin  tamamı  gerildi.  İçlerinden birçoğu makineli tüfeklerini kaldırıp ona çevirdiler.

Tankların otuz metre ötesine kadar hiçbir arabanın ve in- sanın olmadığı, kimsenin de geçmek istiyor gibi görünme- diği bir sınır vardı.

Ne var ki Kyle mutlulukla sınırı geçti, açıklık alanda doğ- ruca tankların üstüne yürümeye başladı.

“Dur!” diye bağırdı asker megafondan. “Daha fazla GEL- ME! Gelirsen VURACAĞIZ!”

Kyle’ın gülümsemesi büyüdü, doğruca tanka doğru yürü- meye devam etti.

“DUR dedim!”  diye bağırdı asker tekrardan. “Bu SON uyarın! Yürürlükte olan bir yasak var. Gece dışarıda olan herkesi vurmak için verilmiş emrimiz var!”

Kyle artık sırıtıyordu. “Geceler bana ait” diye yanıtladı. Kyle üstlerine yürümeye devam ederken birden ateş açtı-lar. Bir dolu asker makineli tüfeklerini Kyle’a ve adamlarına doğru ateşlediler.

Kyle, üstünden seken kurşunların acısını hissetti. Birbiri ar- dına göğsünden, kafasından ve ayaklarından sekiyorlardı. Yağ- mur damlalarına benziyorlardı fakat biraz daha güçlüsü gibiy- diler. İnsanların bu acınası silahlarını düşününce gülümsedi.

Onun etkilenmediğini fark etmeye başladıklarında asker- lerin yüzlerinde oluşan dehşet dolu ifadeleri gördü. Açıkça onun ya da takipçilerinin nasıl hâlâ yürümekte olduklarını anlayamıyorlardı.

Fakat tepki verecek zamanları yoktu. Kyle en yakın tan- ka doğru  yürüdü  ve ellerini aşağıdaki paletlerin altına so- kup insanüstü gücüyle tankı başının üstüne kadar kaldırdı. Dengesini kaybeden bazı askerler, o yürümekteyken tanktan düştü. Fakat diğerleri metale tutunup ne pahasına olursa ol- sun üstünde kalmak için çırpındılar.

Büyük hataydı.

Kyle koşar adım ilerledi, tankı arkaya doğru gerip tüm gücüyle fırlattı.

Tank, Brooklyn Köprüsü’nün üstünden uçup nehrin üze- rinde onlarca metre gitti. Tank havada döner dururken üs- tünden düşen askerler çığlıklar atıyorlardı. Sonunda büyük bir şapırtıyla suya düştü.

Birdenbire  sıkışmış  trafik hayata  döndü. Kaygılı New Yorklular hiç tereddüt etmeden gazları kökleyip  artık açık olan köprüye  doğru yüklendiler.  Birkaç saniye  içerisinde yüzlerce araç Manhattan’dan kaçmak için yarışıyordu. Kyle gidenlerin yüzlerine baktığında pek çoğunun hâlihazırda ve- baya yakalanmış olduğunu görebiliyordu.

Kyle kocaman sırıttı. Bu seferki güzel bir gece olacaktı.




Üçüncü Bölüm


Hareket ettikçe gıcırdayan  çifte kapıların,  önünde  açıl- masını izlerken Samantha’nın karnına bir sancı saplan-dı. Kendisine  eşlik eden bir sürü muhafız vampirle beraber liderinin odasına doğru yürüdü. Muhafızlar onu çekiştiriyor değildi  -buna  asla cesaret edemezlerdi- fakat hiç kuşkusuz yakından takip ediyorlardı ve verilen mesaj açıktı. Hâlâ on- lardan biri olsa da gözaltındaydı, en azından Rexius ile bu buluşmayı gerçekleştirinceye kadar. Onun tarafından bir as- ker olarak huzura çağrılmıştı, fakat aynı zamanda bir tutuk- lu olarak da.

Kapılar arkasından çarpılarak kapandı ve Samantha de- vasa odanın dolu olduğunu gördü. Yıllardır böylesi bir ka- tılımla karşılaşmamıştı. Odanın  içinde yüzlerce meclisdaşı vampir vardı. Açık ki hepsi onu izlemek, haberleri almak, kılıca ne olduğunu, yani onu nasıl elinden kaçırdığını öğ- renmek istiyorlardı.

İçlerinden çoğu muhtemelen onun cezalandırılışını gör- mek istiyordu. Rexius’un affı olmayan bir lider olduğunu ve en küçük bir hatanın bile cezayı gerektirdiğini biliyorlardı. Yenilen halt bu derece büyük olunca verilecek ceza da sınır- ların ötesinde olacaktı.

Samantha bunu biliyordu. Kaderinden kaçmaya çalışıyor değildi. Bir görevi kabul etmiş ve başarısız olmuştu.  Evet, kılıcı bulmuştu;  fakat aynı zamanda onu kaybetmişti de. Kyle ve Sergei’nin onu ellerinin arasından çalmalarına izin vermişti.

Aslında her şey ne kadar da şahane olacaktı! Kılıcın ora- cıkta, Kralın Mabedi’nde, koridorda ellerinden birkaç adım uzakta olduğunu  gayet net hatırlıyordu.  Onu ele geçirme- nin, görevini tamamlamanın, meclisinin kahramanı olma- nın sadece birkaç saniye uzağındaydı.

Sonrasında ise Kyle ve o rezil ortağı Sergei, içeri girip onu alt ederek kılıcı ellerinden çalacaklardı. Adil değildi bu. Böy- le bir şeyi nasıl öngörebilirdi ki?

Ya şimdi neydi? Kötü adam. Kılıcın kayıp gitmesine mani olmayan kişi. Görevinde başarısız olmuş olan. Ah evet, öde- necek fatura büyüktü. Bundan şüphesi yoktu.

Artık tek istediği Sam’in güvende olmasıydı. Yere düşüp bayılmıştı ve Samantha da onu tüm yol boyunca taşıyıp bu- raya getirmişti. Sam’i yakınında istemişti. Henüz gitmesine izin vermeye hazır değildi ve onu başka nereye götürebilece- ğini bilmiyordu.  İçeri sızıp epey yerin altındaki meclislerin boş bir odasına onu saklamıştı. Kimse onu görmemişti, en azından onun bildiği kadarıyla hiç kimse. Orada, bu vam- pirlerin dikizleyici bakışlarından uzakta, güvende olacaktı. Rexius’a  raporunu verip cezasına katlanmasının  ardından gün ışıyıncaya kadar bekleyecek ve herkes uyurken Sam ile birlikte kaçacaktı.

Elbette, öyle tak diye  kaçamazdı.  Önce raporunu  ver- meli, cezasına katlanmalıydı;  yoksa meclis peşine düşer ve o da hayatını kaçarak geçirmek zorunda kalırdı. Bir kez ceza aldıktan sonra kimse onları takip etmezdi. Ardından Sam’i yanına  alabilir ve ikisi buradan uzaklara kaçıp birlikte bir yerlere yerleşebilirlerdi, sadece ikisi.

Şu çocuğun,  yani Sam’in hislerini  böyle damardan yakalayabileceğini  hiç ummamıştı.  Şimdi önceliklerini düşünürken ilk başta onu düşünüyordu. Onunla olmak istiyordu. Onunla olmaya ihtiyaç duyuyordu.  İşin doğru- su, her ne kadar -kendininkiler dâhil- kulağa delice gelse de onsuz bir hayatı gözünde canlandıramıyordu. Kendine kızıyordu. İşlerin bu noktaya gelmesine izin vermiş oldu- ğunu fark etmemişti. Ergen bir çocukla bir ilişki, daha da kötüsü, bir insanla! Bu yüzden kendinden  nefret edi- yordu. Ama olan olmuştu işte. Hislerini değiştirmesinin mümkünü yoktu.

Yavaşça Rexius’un  tahtına doğru yaklaşıp cezası için ha- zırlanırken bu düşünce ona güç verdi. Akıl almaz bir acıya katlanacaktı, bunu biliyordu;  fakat Sam’i düşünmek bun- lar olurken onu ayakta tutardı. Elinde geri döneceği bir şeyi olacaktı. Sam de tüm bunlardan uzakta, güvende olacaktı. Bunu katlanılır kılan şey de buydu.

İyi de acaba cezasını çektikten sonra Sam onu hâlâ sever miydi? Eğer Rexius’u birazcık olsun tanıyorsa, iorik asit mu- amelesini ona saklamış olacak ve yüzünü mümkün olan en fena şekilde yaralayacaktı. Görüntüsünün  en güzel kısmını yitirebilirdi ne de olsa. Sam onu hâlâ sever miydi o zaman? Öyle olacağını umuyordu.

Yüzlerce vampir ne olacağını görmek için hevesli bir şe- kilde yerlerini alırken odaya bir sessizlik çöktü. Samantha, Rexius’a doğru birkaç adım atıp bir dizinin üstünde çöme- lerek başını eğdi.

Birkaç adım uzaktaki Rexius, buz mavisi gözleriyle onun içini delip geçercesine tahtından baktı. Her ne kadar Samant- ha bunun muhtemelen birkaç saniye olduğunu biliyorduysa da dakikalarca ona bakmaya devam etmiş gibi geldi. Başını önde eğik tuttu. Onun bakışlarına karşılık verilmemesi ge- rektiğini gayet iyi biliyordu.

“Bak sen” diye söze girdi Rexius havayı yaran çatal sesiyle, “piliç kızarmak için eve dönmüş.”

Samantha’yı süzdüğü birkaç sessizlikle dolu dakika bunu takip etti. Samantha ona derdini açıklayacak kadar salak de- ğildi. Sadece kafasını aşağıda tuttu.

“Seni basit bir göreve yolladım” diye devam etti. “Kyle’ın başarısızlıklarından sonra güvenebileceğim birine ihtiyacım vardı. En değerli askerimdin. Hiç yüzümü kara çıkarmadın, binlerce yıldır” dedi gözlerini ayırmadan. “Fakat bu sefer, bu basit görevde nasıl olduysa mağlup olmayı başardın. Hem de ne mağlubiyet!”

Samantha tekrardan kafasını eğdi.

“Pekâlâ. Kılıca tam olarak ne olduğunu söyle bana. Ne- rede o?”

“Efendim” diye başladı söze yavaşça, “Caitlin  denen kızı takip ettim. Ve Caleb’i de. İkisini de buldum. Kılıcı da bul- dum. Hatta Caitlin’in onu elinden bırakmasını sağladım. Yerdeydi, elimden birkaç adım uzakta. Birkaç saniye daha olsa size  geri getirmem  için kesinlikle avucumun  içinde olacaktı.”

Samantha yutkundu. “Bir sonra olacak olanı öngöreme- dim. Hayrete düştüm, birden Kyle saldırınca…”

Vampirlerle dolu odayı bir uğultu sardı.

“Kılıcı yerden almama kalmadan” diye devam etti, “Kyle ortaya çıktı ve onu aldı. Kiliseden uçup gitti ve yapabilece- ğim hiçbir şey yoktu. Onu bulmayı denedim ama ortalıkta yoktu. Kılıç şimdi onun ellerinde.”

Odayı daha büyük bir uğultu kapladı. Odanın içindeki kaygı belli oluyordu.

“SESSİZLİK!” diye bağırdı bir ses.

Yavaşça uğultu dindi.

“Yani” dedi Rexius, “O kadar şeyden sonra Kyle’ın  kılı- cı almasına izin verdin. Yani bilfiil kendi ellerinle kılıcı ona teslim ettin.”

Samantha  bunu yapmaması gerektiğini biliyordu  fakat kendini tutamadı. Kendi savunmak için bir şey söylemesi lazımdı.  “Efendim,  yapabileceğim bir şey yoktu…”

Rex yalnız kafasını sallayarak sözünü kesti. Samantha bu hareketten dehşete kapıldı. Bu, kötü şeylerin gelmekte oldu- ğunun habercisiydi.

“Senin  sayende artık iki savaşa hazırlanmak zorundayım: Şu zavallı insanlarla yürütülecek  savaş ve şimdi bir de Kyle ile yapılacak bir savaş.”

Odayı ağır bir sessizlik doldurdu  ve Samantha  cezasının eli kulağında olduğunu hissetti. Onunla yüzleşmeye hazırdı. Kafasının  içinde Sam’in  resmine ve onu tamamen öldüre- meyecekleri gerçeğine sıkı sıkı tutundu. Bunu asla yapama- yacaklardı. Bundan sonra bir hayat olacaktı, şöyle ya da böy- le bir hayat; Sam de onun bir parçası olacaktı.

“Sana ayırdığım çok özel bir ceza var” dedi Rexius yavaş- ça, hafif hafif sırıtarak.

Samantha arkasındaki çifte kapıların açıldığını duydu ve bakmak için arkasını döndü.

Kalbi paramparça oldu.

İşte oradaki,  iki vampir  tarafından sürüklenen elleri ve ayakları zincirli kişi Sam’di. Onu bulmuşlardı.

Ağzını kapatmışlardı;  ses çıkarmak için ne kadar uğra- şırsa uğraşsın beceremiyordu. Gözleri korku ve dehşetle fal taşı gibi açılmıştı. Onu zincirlerini  şıngırdatarak  odanın öte kıyısına çektiler ve sıkıca tutup bakmaya zorladılar.

“Görünen o ki sadece kılıcı kaybetmekle kalmamışsın, onun yanında bir insana karşı bir şeyler de hissetmişsin, hem de ırkımızın tüm kurallarına rağmen” dedi Rexius. “Senin cezan Samantha,  senin için en biricik olanın azap çekişini izlemek olacak. Senin için en biricik olanın kendin olmadı- ğını anlayabiliyorum. O kişi bu oğlan; şu zavallı, ufak insan evladı. Bu çocuğa fena azap çektireceğiz.”

Samantha’nın kalbi göğüs kafesinden fırlayacak gibiydi. Bu onun öngöremediği ve gerçekleşmesine izin veremeyece- ği bir şeydi, ne pahasına olursa olsun.

Sam’e eşlik edenlerin tarafına doğru zıplayarak birden ha- rekete geçti. Bir tanesine ulaşıp göğsüne bir tekme savurma- yı başardı. Vampir arkaya doğru uçtu.

Fakat diğerine saldırmasına fırsat kalmadan bir sürü vam- pir üstüne çullanmış, onu kavrayıp olduğu yere mıhlamış- lardı. Tüm gücüyle savaşsa da sayıları çok fazlaydı ve tüm o vampirlerin gücüyle tek başına mücadele edemezdi.

Çaresiz bir şekilde Sam’i tutup odanın ortasına doğru sü- rükleyişlerini izledi. Onu noktanın üstüne yerleştirdiler, tam olarak iorik asit muamelesine maruz kalacaklar için ayrılmış noktaya. Bir vampir üstünde bu ceza tarif edilmez şekilde acı vericiydi. Yaşam boyu geçmeyen izler bırakıyordu.

Ne var ki bir insanın üstünde hem acı ölçülemeyecek ka- dar büyük oluyor hem de ceza kesin ve korkunç bir ölümle son buluyordu. Sam’i infaza doğru sürüklemekteydiler. Onu da izlemesi için zorluyorlardı.

Sam noktanın üstüne zincirlenirken Rexius’un  sırıtması tüm yüzüne yayıldı. Rexius’un kafa sallamasıyla refakatçiler- den biri ağzındaki bandı çıkardı.

Sam  gözleri korku dolu  bir  halde dönüp hemen Samantha’ya baktı.

“Samantha!” diye bağırdı. “Lütfen! Beni kurtar!”

Samantha kendini tutamadı ve gözyaşlarına boğuldu. Ya-pabileceği hiç ama hiçbir şey yoktu.

Altı tane vampir,  merdivenin  üstünde  kaynayan  ve fo- kurdayan demir kazanı ileri sürdüler. Doğru pozisyona, tam Sam’in kafasının üstüne getirdiler.

Sam yukarı baktı. Gördüğü  son şey, fokurdayan sıvının kazanı terk edip tam yüzüne doğru yol alışıydı.




Dördüncü Bölüm


Caitlin koşmaktaydı.  Koştukça bileğine kadar gelen çiçek- lerden oluşan alanın içinden bir patika çiziyordu. Kan kırmızısı  güneş, büyük bir top misali ufukta asılıydı.

Ufukta arkası  güneşe dönük olan kişi babasıydıya da en azından onun karaltısı. Hatlarıseçilmiyordu fakat Caitlin bu- nun o olduğunu  biliyordu.

Caitlin nihayet onu göreceği, kucaklayacağı  için yana tutuşa koşarken güneşçabucak battı, pek çabucak.  Her şey çok hızlıolmuştu ve birkaç saniye içerisinde güneştamamen  batmıştı.

Kendini arazide,  gecenin ortasında  koşar halde buluver- di. Babasıhâlâ orada bekliyordu.  Caitlin onun kendisinin daha çabuk koşmasınıistediğini, ona sarılmayıarzuladığınıhissetti. Ne  var ki bacaklarıancak bu kadarına yetiyor ve ne kadar denerse denesin, babasıgittikçe uzaklaşıyormuş  gibi duruyordu.

Koşarken birden ay ufukta yükseldi; koskocaman, tüm gök- yüzünü dolduran, kan-kırmızıbir ay. Caitlin onun üstündeki tüm ayrıntıları,  tepeleri ve kraterleri görebiliyordu. Gün gibi berraktı. Babasıaya arkasınıdönmüşbir karaltıolarak duru-yor ve o daha hızlıkoşmak istedikçe sanki aya doğru koşuyor- muşgibi görünüyordu.

Çabalarıhiçbir işe yaramıyordu. Birden bacaklarıve ayak- larıhareket edemez hale geldi. Aşağıbaktığında  çiçeklerin bi- lekleriyle bacaklarına  dolaşıp sarmaşıklara dönüştüğünü  gör- dü. O kadar kalın ve güçlüydüler ki kısa bir süre sonra artık hareket edemiyordu.

Kocaman bir yılanın ona doğru sürünmesini izledi. Müca- dele edip kaçmaya çalıştıfakat çaresizdi. Tek yapabildiği onun yaklaşmasınıizlemekti. Yılan yaklaşırken havaya sıçradı, tam onun boğazına doğru. Caitlin dönüp çığlık attıve onun uzun dişlerinin boğazınıdeldiğini hissetti. Acısıkorkunçtu.

Caitlin  irkilerek uyandı, yatakta doğrulup nefes almaya çalıştı. Elini boğazına uzatıp kabuk  bağlayan  yaralara do- kundu. Bir anlığına rüyasını gerçekle karıştırıp odanın için- de yılan var mı diye bakındı. Yılan falan yoktu.

Boğazını ovdu. Yara hâlâ acıtıyordu fakat rüyada olduğu kadar değil. Derin derin nefes aldı.

Kalbi güm güm atarken Caitlin soğuk terler döküyordu. Yüzünü  ve şakaklarını silerken soğuk ve ıslak saçının yapış yapış olduğunu  hissedebiliyordu. Acaba en son banyo ya- palı, saçını yıkayalı  ne kadar olmuştu? Hatırlayamıyordu. Ne zamandır burada uzanmaktaydı? Ve acaba, tam olarak, neredeydi?

Caitlin odaya bakındı. En son hatırladığının aynısıydı. O da bir rüya mıydı,  yoksa öncesinde bir yerlerde uyanık mıydı? Tamamı taş olan odanın; içinden devasa dolunaydan gelen ışığın sızdığı tek bir uzun, kemerli penceresi vardı.

Anımsamaya çalışarak yatağının kenarına oturdu ve alnı- nı ovuşturdu. Bunu yaptığı sırada karnına korkunç bir sancı saplandı. Elini uzattığında bir yaranın kabuğuna dokundu. Bunun nereden geldiğini hatırlamaya çalıştı. Biri ona saldır- mış mıydı?

Caitlin düşünmeye başladı ve yavaşça ama net bir şekilde ayrıntılar geri gelmeye başladı. Boston. Hürriyet Yolu. Kralın Mabedi. Kılıç. Ardından… saldırıya uğrayışı. Ardından…

Caleb. O sırada oradaydı, ona bakıyordu. Dünyası karar- maktayken ondan ricada bulunmuştu.  Beni dönüştür, diye yalvarmıştı…

Caitlin ellerini kaldırıp boğazının yanındaki iki yara izine dokunduğunda onun bu lafı dinlediğini anladı.

Bu her şeyi açıklıyordu. Caitlin durumu fark ederek ayağa kalktı. Dönüştürülmüştü.  Sonra da bir yere götürülmüştü; muhtemelen  iyileşmesi için, muhtemelen Caleb’in  gözeti- minde. Kollarını  ve bacaklarını test etti, boynunu  çevirdi, bedenine baktı…

Farklı hissediyordu,  orası kesin.  Artık kendisi değildi. İçinde uçsuz bucaksız bir kuvvetin, bir koşma, depara kalk- ma, duvarları yıkıp geçme, havaya sıçrama arzusunun kol gezdiğini hissetti. Başka bir şey daha hissediyordu:  Sırtın- da, kürek kemiğinin hemen altında iki küçük çıkıntı. Belli belirsizlerdi ama orada olduklarını biliyordu işte. Kanatlar. Biliyor ve hissediyordu ki eğer uçmak isterse onun için açı- lacaklardı.

Caitlin yeni gücünün sarhoşluğuna kapılmıştı. Onu he- men denemek istiyordu. Kafese kapatılmış gibi hissediyordu-ne zamandır burada olduğu  konusunda  hiçbir fikri yok- tu- ve bu yeni hayatın neye benzediğini görmek istiyordu. Yeni olan bir şey daha hissetmekteydi: Bir pervasızlık hissi. Ölmeyecek bir his. Aptalca hatalar yapabileceği, çıkmaya- cak sonsuz canı olduğu hissi. İşleri sonuna kadar götürmek istiyordu.

Caitlin döndü  ve  pencereden  dışarı,  gökyüzüne  baktı. Pencere geniş kemerli, camsız ve dışarıdan geleceklere açık- tı; eski, Orta Çağ’dan kalma bir manastırda görebileceğiniz cinsten.

Geçmişte, eski insan Caitlin olsa, yapmak üzere olduğu şeyi bir tartar, tereddüt eder, ikinci bir kez düşünürdü. Fakat yeniden-doğmuş Caitlin hiç tereddüt etmedi. Bu aklına gel- dikten bir saniye sonra koşmaya başladı.

Birkaç küçük adımdan sonra Caitlin  pencere pervazın- dan atladı ve açık havaya çıktı.

İçinde bir yer, bir içgüdü, bir kez havaya sıçradığında ka- natlarının  açılacağını  söylemişti.  Eğer yanılıyorsa,  zemine doğru onlarca metre yüksekten ciddi bir çakılma yaşayacağı anlamına geliyordu. Fakat yeniden-doğmuş Caitlin,  hiç de yanılabilirmiş gibi hissetmedi.

Haklıydı. Caitlin camdan dışarı geceye doğru uçarken ka- natları kürek kemiklerinin altından açıldı; uçmanın, havada süzülmenin coşkun heyecanını hissetti. Kanatlarının bu ka- dar geniş ve uzun olduğunu görmekten; yüzünü, saçını ve vücudunu yalayan temiz gece havasını hissetmekten dolayı içi kıpır kıpırdı. Vakit geceydi; fakat ay o kadar büyüktü ki geceyi sanki gündüz vaktiymişçesine aydınlatıyordu.

Caitlin aşağı baktı ve bir kuş bakışı görüntüyle karşılaştı. Suyu hissetmiş ve bunda haklı çıkmıştı. Bir adanın üstün- deydi. Her yöne doğru etrafını saran, çok geniş, suları ay ışığında parlayan güzel bir nehir akıyordu. Görmüş olduğu en güzel nehirdi. Ve işte orada, ortasında, üstünde uyumuş olduğu ufak ada duruyordu. Birkaç dönümden daha büyük olmayan bu küçük adanın bir ucu; yarısı yıkılmış, eski püs- kü bir İskoç kalesi tarafından işgal edilmekteydi. Adanın geri kalanı tamamen kalın ağaçlı bir ormanla kaplıydı.

Caitlin  rüzgâr akımlarına karşı bir aşağı bir yukarı dö- nerek, dalarak ve çıkarak uçarken tekrardan adanın etrafını dolaştı. Kale devasa ve muhteşemdi. Bir kısmı yıkık dökük- tü fakat dışarıdan bakılınca görünmeyen iç tarafta kalan di- ğer kısma hiçbir şey olmamıştı. İç ve dış avluları, siperleri, kuleleri, dönen merdivenleri ve dönümlerce bahçeleri vardı. Küçük bir orduyu tutmaya yetecek kadardı.

Aşağı doğru ani bir dalış yaparken kalenin içinin fenerler- le aydınlatılmış olduğunu gördü. Ayrıca içeride dönüp dola- şan insanlar vardı. Yoksa vampir miydi bunlar? Duyuları ona öyle olduğunu, yani kendi türünden olduklarını söylüyor- du. Konuşuyor,  çeşitli etkileşimlerde bulunuyorlardı.  Bazı- ları talim yapıyor, eskrim ve çeşitli oyunlar oynuyordu. Ada, faaliyetle dolup taşmaktaydı. Bu insanlar da neyin nesiydi? O neden buradaydı? Onu içeri mi kapatmışlardı?

Caitlin daire çizmeyi bitirdiğinde camından dışarı atladı- ğı odayı gördü. Büyük bir duvarın üstündeki geniş, açıklıkta bir terasa açılan en yüksek kulenin en tepesinde kalıyordu. Terasın üstünde yalnız, tek başına duran bir vampir vardı. O vampirin kim olduğunu bilmek için Caitlin’in  daha yakına uçmasına gerek yoktu. Tüm kalbiyle ve ruhuyla bunu bili- yordu zaten. Onun kanı şimdi damarlarında akıyor ve o da onu tüm kalbiyle seviyordu. Onu dönüştürmüştü ve Caitlin onu aşktan da öte bir duyguyla seviyordu artık. Bu kadar mesafeden bile biliyordu ki odanın dışında tek başına duran kişi Caleb’di.

Onu görmesiyle içinde bir şeyler aktı. Buradaydı. Ger- çekten de buradaydı. Tam onun odasının dışında duruyor, bekliyordu. Tüm bu zaman boyunca onun iyileşmesi için beklemiş olmalıydı.

Ne kadar zaman geçtiğini kim bilebilirdi  ki? Asla onun yanından ayrılmamıştı demek; şimdiye kadar olmuş olan, hâlâ olmakta olan onca şeye rağmen. Onu dilinin anlatmaya yeteceğinden daha çok seviyordu. Artık sonsuza kadar bera- ber olacaklardı.

Orada durmuş, duvarın üstünden sarkıp nehre bakıyor; hem endişeli hem de üzgün görünüyordu.

Caitlin doğruca ona doğru  dalışa geçti; onu şaşırtmak, yeni yetenekleriyle etkilemek istiyordu.

Caleb başını kaldırdı, sarsıldı ve yüzü neşeyle ışıldadı.

Ne var ki tam Caitlin inişe geçtiğinde bir şeylerin çok ters gittiğini hissetti. Dengesini ve koordinasyonunu kaybettiği- ni fark etti. Sanki çok hızlı iniyormuş  ve zamanında bunu düzeltemeyecekmiş gibiydi.  Tam balkon duvarının üstün- den geçerken dizini çarptı ve yere yuvarlanarak iniş yaptı.

“Caitlin!”  diye bağırdı Caleb ona doğru koşarken.

Caitlin sert taşın üstünde yatıyor, bacağından yukarı yük- selen yeni bir acı hissediyordu. Bir şeyi yoktu. Eğer sadece bir insandan ibaret eski Caitlin olsaydı, birkaç kemiğini kır- mış olurdu. Fakat bu yeni haliyle, muhtemelen birkaç daki- ka içerisinde kendine gelip, hızla iyileşeceğini biliyordu.

Fakat utanmıştı. Caleb’i şaşırtmak ve etkilemek istemişti. Oysa şimdi bir aptal gibi gözüküyordu.

“Caitlin?”  diye sordu tekrardan. Caleb, yanına çöküp eli- ni omzuna koydu. “İyi misin?”

Budalaca gülümseyerek ona baktı.

“Seni ne etkiledim ama” dedi aptal gibi hissederek.

Caleb elini bacağının yan tarafında  dolaştırarak  hasarı kontrol etti.

“Artık insan değilim” diye çıkıştı. “Benim için endişelen- men gerekmez.”

Der demez, söylediklerinden  ve ses tonundan  dolayı piş- man oldu. Sözleri ağzından bir suçlama gibi çıkmıştı, sanki dönüştürülmüş olmaktan dolayı pişmanmış gibi. Ayrıca bu kadar  sert bir ton tutturmak da istememişti. Aksine onun dokunuşunu, hâlâ ona karşı koruyucu olması gerçeğini sevi- yordu. Ona teşekkür etmek ve tüm bunları söylemek ister- ken, her zaman olduğu gibi, işi berbat etmiş ve tam olarak yanlış zamanda yanlış şeyi söylemişti.

Yeni Caitlin için nasıl kötü bir ilk izlenimdi bu böyle! Hâlâ çenesini kapalı tutamıyordu. Demek ki bazı şeyler hiç değişmiyordu, ölümsüz olsan bile.

Oturma pozisyonuna  geçmesinin  ardından  tam elini onun omzuna koyup  özür dileyecekti ki birden bir vızıltı duyuldu ve Caitlin yüzünde bir kıl topu hissetti. Geri yattı- ğında bunun ne olduğunu anladı.

Gül. Küçük kurt yavrusu Gül Caitlin’in kollarına atılmış- tı. Heyecanla hırlıyor ve Caitlin’in  tüm yüzünü yalıyordu. Caitlin kahkahalara boğuldu. Gül’e sıkı sıkı sarıldı, ardın- dan havaya doğru kaldırıp ona baktı.

Halen yavru olsa da, Gül daha şimdiden büyümüştü ve Caitlin’in  hatırladığından daha kocamandı. Caitlin, Kralın Mabedi’nde  Samantha tarafından vurulduktan sonra yerde kanlar içinde yatarken onu son gördüğü zamanı hatırladı. O zaman Gül’ün  öldüğünden şüphe etmemişti.

“Atlattı” dedi Caleb, her zamanki gibi onun aklını okuya- rak. “Çetin  ceviz. Tıpkı annesi gibi” dedi bir gülümsemeyle.

Caleb tüm bu zaman boyunca ikisine de bakıyor olmalıydı.

“Ne zamandır baygın durumdayım?” diye sordu Caitlin.

“Bir hafta” dedi Caleb.

Bir hafta ha, diye düşündü Caitlin. Vay canına!

Sanki yıllardır baygınmış gibi hissediyordu. Sanki ölüp de hayata geri dönmüş gibiydi, yeni bir form altında. Terte- miz, sanki hayata sil baştan başlıyormuş gibi hissediyordu.

Fakat başından geçen tüm olayları hatırlamaya başladıkça bu bir haftanın doldurulamayacak olduğunun farkına vardı. Kılıcı çaldırmışlardı. Kardeşi Sam de kaçırılmıştı. Koca bir hafta geçmişti. Caleb neden onların ardından gitmemişti ki? Her dakikanın değeri vardı.

Caleb ayağa kalktı,  Caitlin onu takip etti. Karşısında durarak gözlerine baktı. Kalbi güm güm atmaya başladı. Ne yapacağını bilemiyordu. Artık ikisi de vampir olduğu- na göre doğru protokol,  usul neydi? Artık o, onu dönüş- türen kişi olduğuna göre birlikteler miydi yani? Hâlâ onu eskisi kadar seviyor muydu?  Artık sonsuza kadar birlikte olurlar mıydı?

Sanki şimdiye değin hiç olmadığı kadar mesele varmışça- sına kendini daha tedirgin hissediyordu.

Uzandı ve bir elini hafifçe onun yanağına koydu.

Caleb ona doğru bakarken gözleri ay ışığında parlıyordu.

“Teşekkür ederim” dedi yumuşak bir şekilde.

Aslında, seni seviyorum, demek istemişti; fakat çıkmamış- tı ağzından. Sonsuza kadar benimle olacak mısın? Beni hâlâ seviyor musun? Diye sormak istemişti.

Gelgelelim her şeye rağmen,  tüm yeni gücüne rağmen, bunu söyleyecek  cesareti  bulamamıştı.  En azından  şöyle diyebilirdi: Beni kurtardığın için teşekkürler ya da Bana göz kulak olduğun için teşekkürler ya da Burada olduğun için te-şekkürler. Burada olmak için ne kadar çok şeyden vazgeçtiği- ni, ne kadar çok şeyi feda ettiğini biliyordu. Fakat ağzından çıkarmayı başarabildiği tek şey, teşekkür ederim, olmuştu.

Caleb hafifçe gülümsedi ve tek eliyle uzanarak yüzünde du- ran saçı kulağının arkasına itti. Ardından elinin arkasını son de- rece düzgün bir şekilde tüm yüzünde dolaştırarak onu süzdü.

Caitlin onun ne düşünmekte olduğunu merak ediyordu. Acaba ona karşı sonsuz aşkını mı ilan edecekti? Onu öpecek miydi?

Öyle olacağını hissediyordu. Yeni hayatlarının neye ben- zeyeceği ve eğer ilişkileri yürümezse ne olacağı konusunda birden heyecana kapılıverdi. Bu nedenle anı yaşamak yerine üstüne gidip işi berbat etmeli, tek istediği şey onu kapalı tutmakken koca çenesini açmalıydı.

“Kılıca ne oldu?” diye sordu.

Caleb’in yüz ifadesi tamamen değişti. Aşk ve tutku belir- ten bir ifadeden sıkıntılı bir endişe ifadesine dönüştü. Cait- lin bunun hemencecik oluşuna tanık oldu, tıpkı yaz sema- sından geçen kara bir bulut gibi.

Caleb arkasını  döndü  ve taş duvarların  köşesine doğru birkaç adım atıp sırtı ona dönük halde nehre baktı.

Ne kadar aptalsın, diye düşündü Caitlin kendi kendine. Neden birşey demek zorundaydın  ki? Neden sadece onun seni öpmesine izin veremiyorsun?

Kılıcı umursuyordu  umursamasına; ama bir çift olarak Caleb ile kendini  umursadığı kadar değil. Gelgelelim  anı berbat etmişti işte.

“Korkarım kılıç gitti” dedi Caleb hafifçe, sırtı ona dönük dışarı bakarken. “Bizden çalındı. Önce Samantha, ardından da Kyle tarafından. Bizi oyuna getirdiler. Onların orada ola- cağını beklemiyordum. Beklemeliydim.”

Caitlin ona doğru yürüdü, yanına gelince durup, bir elini hafifçe omzuna koydu. Ortamın havasını değiştirebileceğini umuyordu.

“Halkın iyi mi?” diye sordu.

Caleb dönüp ona baktı, her zamankinden daha sıkıntılı gözüküyordu.

“Hayır” dedi doğrudan. “Meclisim büyük tehlike altında. Benim uzakta olduğum her dakika da tehlike büyüyor.”

Caitlin bir süre düşündü.

“O zaman neden onların yanına gitmedin?” diye sordu. Gelgelelim, o daha ağzını açmadan cevabı biliyordu zaten.

“Seni bırakamazdım” dedi. “Senin iyi olduğunu görmek zorundaydım.”

Hepsi bu mu yani? diye düşündü Caitlin. Sadece onun iyi olduğunu mu görmek istiyordu? Ve o iyi olur olmaz, gide- cek miydi yanından?

Bir taraftan, Caitlin onun neler feda ettiğini bilerek onun için bir sevgi besliyordu. Fakat diğer taraftan da acaba sadece onun fiziksel sıhhati için mi endişeleniyor diye merak edi- yordu. Bir çift olarak ikisi için endişelenmiyor muydu?

“Yani…” diye başladı Caitlin söze, “artık iyi olduğumu bildiğine göre… gidecek misin?”

Sözler ağzından çok sert çıkmıştı. Onun  nesi vardı böy- le? Neden daha önce olduğu gibi nazik ve ince olamıyordu? Kesinlikle bunu kastetmemişti. Yanlışlıkla çıkıvermişti işte. Aslında şöyle demek istemişti; Lütfen,  beni asla terk etme.

“Caitlin” diye  girdi söze hafifçe. “Anlamanı  istiyorum. Ailem, halkım, meclisim, hepsi büyük tehlike altında. Kılıç dışarıda ve yanlış ellerde. Onları geri almalıyım. Onları kur- tarmalıyım. Aslına bakarsan bir hafta önce gitmeliydim… ve artık iyileştiğini de görüyorum…  seni terk etmek istiyorum diye bir şey yok. Sadece şu var ki ailemi kurtarmak zorunda- yım” dedi yumuşak bir sesle.

“Seninle gelebilirim” diye yanıtladı Caitlin umutlu bir şe- kilde. “Yardım edebilirim.”

“Tamamen  iyileşmedin” dedi. “O çarparak  inişin  kaza değildi. Herhangi bir vampirin tam gücüne ulaşması zaman alır. Senin durumunda  ise bir de kılıçtan aldığın korkunç bir hasar var. Bunun iyileşmesi günler, belki haftalar alabilir. Eğer gelirsen kendine zarar verebilirsin. Savaş sahası şu an bulunabileceğin bir yer değil. Seni burada eğitecekler. Seni bu yüzden buraya getirdim.”

Caleb dönüp balkonun  öte yanına  geçerken  ona yolu gösterdi ve birlikte avluya baktılar.

İşte orada, epey aşağıda, fener ışıklarının altında birbirle- riyle boks yapan, güreşen ve mızrak dövüşü yapan bir dolu vampir vardı.

“Bu küçük ada en iyi meclislerden birine ev sahipliği yapı- yor” dedi Caleb. “Seni içlerine almayı kabul ettiler. Sana öğ- retecekler. Seni eğitecekler. Seni daha güçlü hale getirecekler. Sonrasında, güçlerin tamamen geliştiği, tamamen iyileştiğin zaman seni yanımda savaşırken görmekten onur duyarım. Ne var ki o zamana kadar buna izin veremem. İçine girmek üzere olduğum savaş epey tehlikeli olacak, bir vampir için bile.”

Caitlin’in  kaşları çatıldı. Onun böyle bir şey söyleyece- ğinden korkmuştu zaten.

“Ama ya geri dönmezsen?” diye sordu.

“Eğer hayatta kalırsam senin için geri döneceğim. Söz ve- riyorum.”

“İyi de ya hayatta kalmazsan?” diye sordu Caitlin, kelime- leri korka korka ağzından çıkararak.

Caleb dönüp ufka baktı ve derin bir nefes aldı. Gözlerini bulutlara çevirdi ve tek bir kelime etmedi.

İşte Caitlin’in  şansı tam buradaydı. Derhâl konuyu de- ğiştirmek istiyordu. O gitmeye kararlıydı, bunu görebiliyor- du; onu durduracak bir şey de yoktu. Ayrıca açıktı ki onu yanında götüremeyecekti. Bir teslimiyet  dalgası hissetti ve onun haklı olduğunu anladı: Savaşmak için hazır değildi. İyileşmesi gerekiyordu.

Onu durdurmaya çalışmakla daha fazla zaman harcamak is- temedi. Daha fazla vampirler, savaşlar ya da kılıçlar hakkında ko- nuşmak da istemiyordu. Geriye kalan bu kıymetli zamanı ikisi hakkında konuşarak kullanmak istiyordu. Caitlin ve Caleb. Bir çift olarak ikisi. Gelecekleri. Birbirlerine duydukları aşk. Birbir- lerine olan bağlılıkları. Tam olarak nerede durmaktaydı bunlar?

Daha da önemlisi, birlikte geçirdikleri onca zaman bo- yunca, onunla ilk tanıştığından beri, onun hep elinin altın- da olduğunu düşünmüştü. Bir an olsun duraksayıp, gözle- rinin içine bakıp gerçekten onun için ne kadar derin şeyler hissettiğini söylememişti. Artık bir kadındı ve artık dik du- rup olgun davranma, bir kadın gibi hareket etme zamanının geldiğini hissediyordu. Onun için gerçekten neler hissettiği- ni söylemeliydi. Bunu bilmesi gerekiyordu. Belki o, onu ne kadar sevdiğini seziyor olabilirdi  fakat o hiç bu kelimeleri ağzından çıkarmamıştı. Caleb, seni seviyorum. Seni ilk gördü-ğüm andan beri seviyorum. Seni hep seveceğim.

Caleb yavaşça ona doğru döndü.

Caitlin,  nihayet, ona düşündüklerini  söylemek için ha- zırdı. Fakat tam buna kalkıştığında kelimeler boğazında dü- ğümlendi.

Aynı sırada Caleb ona endişeli bir bakış attı ve konuşmak için ağzını açtı.

“Caitlin,  sana söylemem gereken bir şey var…” diye baş- ladı söze.

Ne var ki cümlesini bitirme şansı olmadı.

Birden bir kapı açılma sesi geldi ve Caitlin artık ikisinin yalnız olmadığını anladı.

İkisi birden sesin geldiği yere dönüp gelenin kim olduğu- na baktılar.

Bir şahıstı bu, bir vampirdi. Güzel, gözlerin pasını silen bir yaratıktı; Caitlin’den daha uzun, ince ve yapılıydı; saçları uzun ve dalgalı; gözleri açık yeşildi.

Caitlin onun kim olduğunun farkına varınca kalbi yerin- den çıkacak gibi oldu.

Hayır. Bu olamazdı.

Bu oydu. Sera. Caleb’in eski karısı.

Caitlin onunla Cloisters’da bir kez, kısa bir süreliğine kar- şılaşmıştı. Fakat onu hiç unutmamıştı.

Sera, binlerce yıldır bu gezegen üzerinde duran bir yara- tığın zarafetiyle ve kendinden emin bir şekilde onlara doğru yürüdü. Gözlerini Caitlin’den hiç ayırmayıp yavaşlamadan Caleb’in yanına yürüdü.

Soluk ve güzel olan elini yavaşça Caleb’in  omzuna sardı. Caitlin’e doğru bariz küçümseyici bir bakış attı.

“Caleb?” dedi yumuşak bir şekilde, yüzünde hınzır bir gülümseme vardı. “Ona bizden bahsetmedin mi?”

Bu kadarcık söz bile Caitlin’in  kalbine sanki bıçak sapla- mışlar gibi hissetmesine yetti.




Beşinci Bölüm


Kazan, Sam’in yüzüne  doğru döndüğünde  Samantha olanları korkuyla izlemekteydi. Tüm gücüyle mücadele etse de onu tutanların elinden kurtulmak adına yapabileceği bir şey yoktu. Çaresizdi. Sadece orada durmak ve onun so- nunda sevdiği kişiyi yok etmesini izlemek zorundaydı.

Sıvı, Sam’in üstüne doğru akarken Samantha iorik asidin yakmasına sıklıkla eşlik eden o korkunç çığlıkları duymak için kendini hazırlamıştı.

Ne var ki Sam asit şelalesine maruz kalırken tuhaf bir şe- kilde tek bir ses bile çıkarmıyordu.

Acaba onu bu kadar çabuk öldürmüştü de bağırmaya bile şansı olmamış mıydı? Sıvının dökülmesi bittiğinde Sam tek- rardan görünür hale geldi.

Samantha gerçekten afalladı, odadaki diğer vampirler gibi.

O iyiydi. Gözlerini kırpıp etrafa baktı, acı çekmiyordu. Biraz meydan okur bir görüntüsü bile var denilebilirdi.

Bu şey, akıl alacak gibi değildi. Samantha daha önce hiç böylesini görmemişti; sıvıya karşı bağışık olan, insan ya da vampir, herhangi birini görmemişti. Yani, tek bir kişi dı- şında. Şimdi hatırlıyordu. Caitlin,  onun kız kardeşi. O da sıvıya bağışık çıkmıştı. Bunun  anlamı ne olabilirdi? Acaba genetik bağları olduğu için miydi? Onun saatinin altındaki yazıyı düşündü  tekrardan. Gül ve Diken. Acaba hanedan ikisi arasında ayrılıyor muydu? Caitlin acaba “seçilmiş kişi” olmayabilir miydi?

O kişi, acaba Sam miydi?

Caitlin, Sam’den  birkaç  yaş daha  büyüktü  ve belki de yaşının gelmesi, belirtilerini ondan daha erken göstermişti. Belki birkaç yıl daha beklemiş olsalardı Sam de bir meleze dönüşme belirtileri gösterecekti.

Nedeni olursa olsun, o açıkça bağışıktı işte; ki bu da onu çok ama çok güçlü kılıyor, aynı zamanda da meclisine karşı büyük bir tehlike haline getiriyordu.

Samantha etrafa bakındı, yüzlerce vampirin olduğu oda- da çıt çıkmıyordu. Hepsi hayretler içinde bakakalmışlardı.

Sam sinirli gözüküyordu. Zincirlerini sürükleye sürükle- ye yüzündeki sıvıyı temizledi. Zincirlerini  çekiştirdiyse de onlardan kurtulamadı.

“Biri beni bu lanet olası şeyden kurtarabilir mi?” diye ba- ğırdı.

Sonra olanlar oldu. Birden kapı bam diye açıldı.

Samantha kafasını çevirdiğinde devasa çifte kapıların yere indiğini gördü.

Buna inanamıyordu.  İşte tam orada, yanında Sergei ile birlikte yüzü bozuk Kyle dikiliyor  ve arkasında da yüzlerce yardakçısı vampir duruyordu.

Hepsi bundan  ibaret  de değildi.  O Kyle’ın elindeydi, yüksekte duruyordu; yani kılıç.

Kyle korkunç bir çığlıkla dosdoğru odanın içine çıl- gınca daldı. Kudurmuş takipçileri de kopardıkları yayga- rayla birlikte hemen peşinden geliyordu.  Kargaşa odayı ele geçirdi.

Kyle ve adamları gördükleri her varlığa hunharca saldırır- ken vampirlere karşı vampirler savaşıyordu. Ne var ki Kara Metcezir Meclisi  binlerce yıldır savaşın içinde olmuştu ve öyle kolay pes edecek değildi. Rexius’un  vampirleri de aynı kararlılıkla cevap verdiler.

Düpedüz bir savaştı bu; dişe diş, vampire karşı vampir. Hiçbir taraf bir adım geri atmıyordu.

Gelgelelim Kyle kendi başına inanılmaz işler çıkarıyor- du. Kılıcı iki eliyle yüksekte tutuyor ve her iki yöne doğru sallıyordu. Gittiği her yerdeki vampirler düşüyordu. Kolları, bacakları, kafaları ayrı taraflara… Kyle tek kişilik bir orduy- du. Binlerce kişilik vampir kalabalığının arasından her birini öldürerek kendine bir yol çiziyordu.

Samantha dumura uğramıştı. Binlerce  yıllık hayatı bo- yunca bir vampirin nihai olarak fiilen öldürüldüğünü, katle- dildiğini hiç görmemişti. Bir vampiri narin bir varlık olarak gözünde canlandırmamıştı hiç. Kılıç dehşet saçıyordu, çok ama çok ölümcüldü.

Samantha  daha fazla beklemedi.  Bir vampir çığlık ata- rak kanlı, uzun dişleri tam onun yüzünü hedef almış şekilde yüklenirken hemen eğildi ve onun üstünden uçmasına izin verdi, ardından koşmaya başladı.

Odanın  karşısına doğru harekete geçti, doğruca Sam’in yanına.

Tam zamanında yetişmişti. Zira serseri vampirin teki de onunla aynı fikirdeydi  ve doğruca  bu zincirli, donakalmış oğlanın  yanına  gidiyordu.  Vampir, dişleri  uzanmış  halde Sam’in boğazına doğru atladı. Sam, aslanlarla dolu bir oda- nın ortasına zincirlenmiş koyun gibiydi.

Samantha tam zamanında uzandı. Sıçradı, havada o vam- pirle çarpıştı ve onu yere serdi. Kalkmasına fırsat vermeden öyle bir tokat attı ki vampir bayıldı.

Ayaklarının  üstüne dikilip Sam’in zincirlerini  kopardı. Samantha  onu kurtarırken  Sam inanamaz  gözlerle sanki fantastik bir kâbusun gerçeğe dönüşmesini izliyormuşçasına etrafa bakınıyordu.

“Samantha! Neler oluyor burada?”

“Şimdi sırası değil” dedi Samantha, onun zincirlerini ko- parıp kolundan tutarak çekiştirmek suretiyle kargaşadan çı- karırken. Çıkışa doğru ilerliyordu.

Onlar koşmaktayken başka bir serseri vampir, uzamış diş- leriyle onlara doğru atıldı.

Samantha,  Sam’i kavrayıp  yere  itti, kendisi  de eğildi; vampir başlarının üstünden uçup gitti.

Çabucak ayağa kalktı ve Sam’i de yanına çekti, ikisi birlik- te odanın içinde koşturdular. İlerledikleri tüm süre boyunca eğiliyor ve zikzaklar çiziyorlardı. Samantha biliyordu ki eğer kapıya varırlarsa arka koridorda onları sokağa çıkarabilecek bir merdiven vardı. Bir kez dışarı çıktılar mı, onları buradan uzağa, çok uzağa götürmeyi başarabilirdi.

O kargaşa içinde kimse koştuklarını fark etmedi. Nere- deyse kapıya gelmişlerdi, birkaç adım uzaktaydılar.

Tam başarmak üzerelerdi ki Samantha sırtında bir baskı hissetti ve yuvarlanıp yere kapaklandı. Arkasından üstüne atlanmıştı.

Döndü ve  bu kişinin  kim olduğuna  baktı. Sergei’ydi; Kyle’ın  şu ufak, beş para etmez Rus ortağı, kılıcı onun elle- rinden çalmış olan kişi.

Sergei ona doğru şeytanca, zalim bir şekilde sırıttığında Samantha ondan daha önce hiç etmediği kadar nefret etti.

Sam  korkup sinmemişti. Zincirler hâlâ  üzerindey- ken Sergei’nin  sırtına zıpladı,  zincirlerini kullanıp  onları Sergei’nin boğazına doladı. Bu çocuk güçlüydü. Gerçekten de Sergei’nin Samantha’yı tutan elini gevşetmesini sağlaya- cak kadar sıktı zincirleri ve o da bu fırsatı Sergei’nin altından sıvışmak için kullandı.

Ne var ki Sam ne olursa olsun bir vampirle boy ölçüşe- mezdi. Sergei hırlayarak ayağa kalktı ve Sam’i sırtından tu- tup bir oyuncak bebekmiş gibi fırlattı. Sam on adım uzakta- ki duvara çarparak yere indi.

Samantha ayakları üzerinde doğrulmaya çalışırken bir düzine vampir üstüne atladı. Sam’in de etrafının çevrildiğini gördü. Tuzağa düşmüşlerdi.

Son gördüğü  şey,  arkaya  gerildikten  sonra  yüzüne  bir yumruk atan Sergei’nin zalim sırıtmasıydı.


*

Kyle, Kara Metcezir Meclisi’nin büyük odasını kılıcı vah- şice sallayarak, vampirleri birbiri ardına öldürerek yararken kendini hiç olmadığı  kadar hayat dolu hissediyordu. Kan her tarafa sıçrıyor, üstünü kaplıyor ve o kılıcını gittikçe daha şiddetli sallarken elleri kanla yıkanıyordu.  İntikam  buydu işte. Binlerce yıllık sadık hizmetlerinin sonucunda reva gö- rüldüğü muamelenin intikamı. Buna nasıl cüret ederlerdi! İşte şimdi intikam kelimesinin anlamını bileceklerdi. Hepsi, her biri ondan özür dileyecek; önünde yere kadar eğilecek ve tamamen hata yaptıklarını kabul edeceklerdi.

Her şey kusursuz gidiyordu. Brooklyn Köprüsü’ne yaptık- ları ufak ziyaretten sonra sadık kitlesini Belediye Konağı’nın kapılarına getirmiş ve birlikte önlerine çıkma cüreti gösteren birkaç vampiri temizlemişlerdi. Ardından gizli geçitten Bele- diye Konağı’nın en dibine, meclisinin yuvasına doğru aşağı inmişlerdi. Ordusu odaya doğru ilerlerken hiçbir vampir ön- lerine çıkma cüreti gösterememişti. Pek çok başka vampir, Kyle’ı ve özellikle de kılıcı gördükten sonra onun yanına ka- tılmıştı. Eski meclisinin bu kadar büyük kısmının hâlâ ona bu denli sadık olduğunu görmekten mutlu olmuştu. Hakkı olan liderliği alması için günün gelip çattığının farkındaydı.

Rexius zayıf bir liderdi. Eğer güçlü olmuş olsaydı, kılıcı bizzat kendisi yıllar önce bulurdu. Asla bunu yapması için başkalarını yollamazdı. Aslında cezalandırılması gereken kişi kendisiyken hataları için başkalarını cezalandırmayı seviyor- du o. İktidardan gözüne perde inmişti. Kyle’ı sürmek, ona yakın olarak herkesi ortadan kaldırmak; yapılmış en son ve çaresiz girişimdi. Fakat geri tepmişti işte.

Kyle odayı yarıp geçerken  doğruca  Rexius’un   tahtına doğru ilerliyordu. Rexius onun geldiğini  gördü  ve gözleri telaşla fal taşı gibi açıldı.

Rexius tahtından fırlayıp kavgadan uzağa doğru sıvışma- ya çalıştı.  İşte sözde liderleri,  savaş zamanı gerçek rengini belli ediyordu.

Ne var ki Kyle’ın başka planları vardı.

Kyle, Rexius ile yüz yüze gelmek için öteki tarafa doğru koştu. Kılıcı onun sırtına saplamak çok daha kolay olurdu ama Rexius’un bu kadar kolaylıkla düşmesine izin vermeyi reddetti. Rexius’un  onları öldürenin kim olduğunu yakın- dan görmesini istiyordu.

Yolu, Kyle’ın devasa omuzları ve alev alev parlayan kılıçla kesilen Rexius durdu.

Çenesi titriyordu. Kyle’ın  suratına doğru titrek bir par- mak uzattı. O an tıpkı yaşlı bir adam gibi duruyordu; zayıf, ihtiyar, dehşete kapılmış bir adam gibi. Ne kadar zavallıca.

“Kovuldun!”  diye bağırdı sersemce. “Sana kovulduğunu söylemiştim!”

İşte şimdi kocaman ve insanı dehşete düşüren bir sırıtma koyuverme sırası Kyle’a gelmişti.

“Kazanamazsın!” diye ekledi Rexius. “Kazanamayacaksın!”

Kyle hiçbir şey olmamış gibi öne doğru bir adım attı ve gerilip tek bir düzgün vuruşla kılıcı doğrudan Rexius’un kal-bine sapladı.

“Kazandım bile” dedi Kyle.

Tüm oda, savaşmakla meşgul olsa da, dönüp çıkan sese doğru baktı. Tüm taş odayı  kaplayan,  acı bir feryattı bu. Rexius’un çığlıkları  sanki hiç kesilmeyecekmiş  gibiydi. Herkes izlerken Rexius’un  bedeni gözlerin önünde çözül-dü, bir duman bulutuna dönüştü ve tavana doğru havaya yükseldi.

Tüm oda durdu ve Kyle’a baktı.

Kyle, kılıcı havaya kaldırıp kükredi. Bir zafer kükreyi- şiydi bu.

Savaşın her iki tarafından canlı kalan tüm vampirler dö- nüp Kyle’a baktılar. Hepsi dizlerinin üstüne çöküp başlarını eğdiler, yere kadar eğilerek selam verdiler. Kavga bitmişti.

Kyle derin bir nefes aldı. Artık onların lideri oydu.




Altıncı Bölüm


Caitlin dili tutulmuş bir şekilde Caleb ve Sera’nın yanın- dan koşarak uzaklaştı.

Her şeyi bir kerede sindirmek, onun için çok zordu. Aca- ba az önce görmüş olduğunu düşündüğü şeyi mi görmüştü? Bu nasıl mümkündü?

Oysa o Caleb’i çok iyi tanıdığını,  artık her zamankinden daha yakın  olduklarını  düşünmüştü.  Birlikte olduklarından, bir çift olduklarından  ve hep öyle kalacaklarından  emindi. Birlikte geçirecekleri yeni hayatlarını gözünde canlandırmış ve hiçbir şeyin onları ayıramayacağına inanmıştı.

Sonra bu oldu işte. Caleb’in hayatında başka bir kadının olabileceği aklının ucundan bile geçmemişti. Nasıl olur da ona söylemezdi?

Elbette Caitlin  Sera’yı Cloisters’a yaptıkları kısa ziyaret- ten hatırlıyordu fakat Caleb artık ona karşı bir şey hissetme- diği, yaşadıkları şeyin yıllar öncesinde, yüzlerce yıl öncesinde kaldığı konusunda ısrar etmişti.

O zaman onun ne işi vardı ki burada? Hele şimdi, durup dururken? Caleb ve Caitlin’in  birlikteki yaşadıkları en mah-rem dakikalar sırasında Caitlin  daha yeni uyanmış,  bizzat onun kanıyla tamamıyla gerçek bir vampire dönüşmüşken? Nerede olduklarını nasıl biliyordu ki? Onu Caleb mi davet etmişti? Öyle olmalıydı. İyi de niye?

Caitlin’in içine acı çöktü. Bu durumun  bir açıklaması yoktu. Her zaman kendini, özellikle de erkeklere karşı incin- meye açık kılmaktan korkmuştu; nedeni tam da buydu işte. Fakat Caleb geldiğinde ipi elden bırakmış,  ona tamamen güvenmişti. Şimdiye kadar birlikte olduğu hiçbir erkeğe kar- şı olmadığı kadar indirmişti yelkenleri Caleb’in  karşısında. Karşılığında ise o; onu daha fazla acıtmayı, aklın almayacağı kadar acıtmayı becermişti.

Hâlâ nasıl olup da onu baştan sona bu denli yanlış de- ğerlendirdiğini, bu kadar kalın kafalı olabildiğini, bu kadar haksız çıktığını  anlayamıyordu.  Sanki içi parçalanıyordu. Artık o olmadan,  ölümsüzlük  neye benzerdi? Bu bir ceza olurdu. Ebedi bir ceza. Ölmek  istiyor gibiydi.  Hepsinden daha kötüsü ise kendini tam bir aptal gibi hissediyordu.

“Caitlin!”  diye bağırdı Caleb arkasından, o kendisine doğru gelen ayak seslerini işitirken. “Lütfen,  açıklamama izin ver.”

Ortada açıklanacak ne olabilirdi? Açıktı  ki onu buraya o davet etmişti. Açıktı ki onu hâlâ seviyordu. Ve açıktı ki Caitlin’e karşı hisleri onun hissettikleri kadar güçlü değildi.

Caleb eliyle Caitlin’i  kolundan kavrayıp çekiştirerek dö- nüp bakması için yalvardı.

Fakat o kolunu çekti. Ona temas etmesine katlanamıyor- du. Hiçbir şekilde ve bir daha asla onunla münasebete gir- mek istemiyordu

“Caitlin!”  diye yakardı Caleb. “Açıklamama izin verme- yecek misin?”

Ne var ki Caitlin geri adım atmadı. Artık farklı bir kişi, farklı bir varlıktı o ve birçok  açıdan böyle hissediyordu. Yeni vampir gücünün yanında, bir de yeni bir vampir duy- gu düzeni çıkagelmişti. Daha şimdiden şu anki duyguları- nın insan olduğu zamankilerden daha güçlü, çok ama çok daha güçlü olduğunu hissedebiliyordu. Her şeyi çok daha derinden hissediyordu. Sadece üzüntülü hissetmiyor, san- ki gerçekten ölecekmiş  gibi hissediyordu.  Sadece ihanete uğramış gibi hissetmiyor, hakikaten sırtından bıçaklanmış gibi hissediyordu. Kendini  parçalara ayırmak, içinde bü- yüyen acıyı durdurmak için ne gerekiyorsa yapmak  isti- yordu.

Doğruca  terası geçip odasına girdi ve meşeden ahşap ka- pıyı çarparak kapadı.

“Caitlin, Caitlin lütfen!” dedi kapının dışındaki boğuk ses.

Caitlin dönüp kapıyı yumrukladı.

“Git buradan!” diye bağırdı. “Git ve karına dön!”

Birkaç saniyenin ardından onun gittiğini hissetti.

Artık sadece o kalmıştı. Bir de sessizlik. Caitlin küçük odasının içindeki yatağın köşesine oturdu ve ellerini başının arasına alıp ağladı. İç parçalayıcı bir şekilde hıçkırdı. Uğru- na yaşamak zorunda olduğu her şey ellerinden alınmış gibi hissediyordu.

Bir mırıltı duydu ve yüzünün kenarında yumuşak bir şey hissetti, dönüp baktığında Gül’ü gördü. Gül Caitlin’in ya- naklarını yalayarak gözyaşlarını silmeye çalışıyordu.

Bu Caitlin’in  içinde bulunduğu  halden çıkmasına yar- dımcı oldu. Eğilip Gül’ün yüzünü okşadı, saçını düzeltti. Gül ufacık bedeniyle Caitlin’in kucağına atladı ve Caitlin de ona sarıldı.

“Hâlâ sen varsın, Gül” dedi. “Sen beni terk etmezsin, de- ğil mi?”

Gül geri yaslanıp onun yüzünü yaladı.

Ancak çektiği acı çok büyüktü. Caitlin odada bir saniye daha durabilecek gibi değildi. Sanki duvarları delip geçecek- miş gibi hissediyordu.

Gözlerini büyük pencereye çevirdi, davetkâr geceye baktı ve hiç tereddüt etmeden Gül’ü yere bırakıp yataktan atladı ve iki büyük adımın ardından dışarı uçtu.

Kanatlarının açılıp onu uçuracağını biliyordu, ne var ki içinin bir tarafı böyle olmasın istiyordu, keşke öyle olmasay- dı da yanılıp doğruca yere çakılsaydı.




Yedinci Bölüm


Samantha zincirlenmiş bir şekilde ayakta duruyordu. Bü- yük oda boyunca sürüklenirken koluna sıkı sıkı yapış-mış bir sürü vampir tarafından kıskaçta tutuluyordu.  Oda bir mezbahaya dönüşmüş gibiydi.  Nereye  kafasını çevirse, Kyle ve lanetli kılıcı tarafından parçalara ayrılmış eski mec- lisine bağlı binlerce vampirin cesetlerini, zeminin her yerini kaplamış kan gölünü görüyordu. Demek ki kılıç hayal etti- ğinin çok daha ötesinde bir güce sahipti.

Gelgelelim  tüm bu katliama  rağmen  yüzlerce  vampir hayatta kalmıştı.  Onlar artık Kyle’ın halkıydı.  Ayrıca her geçen saniyeyle birlikte açık kapılardan onlara yenileri ek- leniyordu.  İşin doğrusu, Kyle’a sadakatlerini sunmak  için yalvarmaya  hazır vampir  sürülerinin  sonu gelmeyecekmiş gibi duruyordu. Artık açık bir şekilde burası onun meclisiy- di. Rexius öldükten sonra sadakat sunulabilecek başka kimse kalmamıştı. Kyle bunu hak etmişti. Ona ihanet etmiş olan her vampiri ortadan kaldırmayı başarmıştı.

Ona Rexius’a  karşı savaşında yardım etmiş olan yüzlerce vampir vardı. Bazıları Kyle’a gerçekten sadık olsa da bazıları sadece fırsatçıydı. Diğerleri ise Rexius’u  sevmiyor ve ellerine bir fırsat geçmesini bekliyordu. Şehrin her yerindeki meclis- lerden vampirler akın etmeye devam etti. Haberler vampirle- rin dünyasında hızla yayılıyor ve gelenlerin tamamı da yaklaş- makta olan savaşın bir parçası olmak istiyordu. Katılanların sebepleri ne olursa olsun artık bu, Kyle’ın ordusuydu.

Kyle lider ve kılıç da onun elinde olduğuna göre şimdiye kadar vampir ırkının karşılaşmadığı türden bir savaşın kapı- da olduğu aşikârdı. Kyle acımasız ve kan dökme meraklısıy- dı, bu katliam bile onu tatmin etmemişti. İçinde bir türlü boşaltamadığı bir kin vardı. Ona sadakatlerini sunmak için koştura koştura kapısına dayanmamış olan dışarıdaki tüm vampirler bunun bedelini ödeyeceklerdi, tüm masum insan- larla birlikte. Samantha gayet iyi biliyordu ki onun güttüğü kan davasının sonu gelecek gibi değildi ve New York City yakında onun oyuncağı haline gelecekti.

Tüm bu kargaşanın içinde Samantha’yı doğruca odanın ortasına sürüklediler.

Şimdi Rexius’un  tahtında oturan Kyle, gücünün tadını çıkarıyor, tüm vampirler karşısında eğilmişken yüzünde şey- tani bir sırıtmayla bekliyordu.

Kyle’ın yanında dikilmekte olan Sergei, elindeki metali üç kez zemine vurdu.

Tüm oda, binlerce vampir kusursuz bir şekilde sıraya geç- ti. Hepsi yumruklarını kaldırıp bağırdı: “Çok yaşa Kyle!”

Samantha’nın dili tutulmuştu. İnanılmaz bir güç ve sada- kat gösterisiydi. Hayatı boyunca böylesi bir itaatkârlık gör- memişti. Kyle mıknatıs gibiydi. Daha şimdiden bir tirandı.

Ne var ki Kyle askerleriyle ilgileniyormuş gibi görünmü- yordu. Gözleri Samantha’nın üzerindeydi. Tüm oda ona yö- nelmiş ilgisinin farkındaydı ve olacakları izlemeye hazırlan- maktalarken odanın içindeki uğultu dindi.

“Pekâlâ” dedi Kyle ona. “Kılıç için benimle dövüştün. Ancak gördüğün gibi, onu elinde tutan benim.”

“Şimdilik”  diye yanıt verdi Samantha.

Bırakalım bunu biraz düşünsün,  diye düşündü. Zira yü- rekten inanıyordu ki kılıç sonsuza kadar ona ait olmayacak- tı. Kılıcı elinde tutması gereken kişi kesinlikle Kyle değildi.

Kyle kaşlarını kaldırdı.

“Seni neden bu kadar canlı tuttuğumu biliyor musun?” diye sordu.

Samantha meydan okur bir şekilde ona baktı. Onunla bir diyaloğa girme heveslisi değildi. Bu yeni mecliste yer almak falan istemiyordu. Ayrılmak, buradan mümkün olduğu ka- dar uzağa gitmek istiyordu. Sadece Sam’i alıp gitmek istiyor- du. Şayet o izin verirse.

Fakat Sam görünürde yoktu. Kyle’ın askerleri tarafından ele geçirilmişti ve onu o zamandan beri görmemişti. Samantha de- likanlının nerede olduğunu buluncaya kadar serinkanlı olmalıy- dı. Kendine  zaman kazandırmalı, eğer gerekirse ona sadakatini sunmalıydı, ta ki Sam ve o buradan kaçabilecek fırsatı buluncaya kadar.

“Rexius’un kılıcı almak için neden benim  yerime  seni gönderdiğini hâlâ bilmiyorum.  Hepimizin bildiği gibi ben daha iyi bir savaşçıyım. Fakat kabul etmeliyim ki senin de bazı maharetlerin var” dedi.

“Fakat  seni canlı tutmamın tek nedeni bu değil. Rexius seni cezalandırmayı planlamıştı. Bundan  anlıyorum ki ona hâlâ sadık olman için bir neden olmamalı. Yaklaşmakta olan bir savaş var ve senin gibi güçlü savaşçıları kullanabilirim. Eğer bana sadakatini sunmaya hazırsan seni hayatta tutmayı tekrar düşünebilirim.”

Samantha düşündü. Ona sadakatini sunmakla ilgili bir der- di yoktu çünkü biliyordu ki çok yakında tüm bunları bırakıp gidecekti. Fakat önce Sam hakkında bir şeyler öğrenmeliydi.

“Çocuğa ne oldu?” diye sordu. “Nerede o?”

Kyle gülümsedi.

“Ah evet, şu çocuk. Hemen  sadede gelelim. Bu insana karşı neden böyle bir düşkünlük gösterdin bilmiyorum  ve böyle yaparak zaten kurallarımızı çiğnedin. Seni sırf bunun için bile öldürebilirim biliyorsun ki. Fakat bunu çok ilginç buluyorum ve işin doğrusu hayatta kalmana izin verme ne- denlerimden birisi de bu.”

“Görüyorsun ki Samantha, cezalandırılman lazım. Vak- tiyle bana değil de Rexius’a sadık kalmış olan her vampirin cezalandırılması gerekiyor. Bu, yeni ordumun başlangıç aşa- ması. Bana ve sadece bana itaat etmeyi öğreneceksiniz.”

“Senin için en kusursuz çözümü  buldum:  Hem bana olan sadakatini kanıtlayacaksın, hem de cezalandırılacaksın. Adamlarım seni çocuğun yanına götürecek, onu buraya ge- tireceksin ve herkesin gözü önünde onu öldüreceksin.”

Bu fikir karşısında Samantha’nın kalbi paramparça oldu. Bu onun asla ama asla yapamayacağı bir şeydi. Onun haya- tına kıyacağına kendi canına kıyardı. Kyle, her zamanki gibi, sanrılar içindeydi. Ve zalimdi. Evet, tam Rexius’un halefi ol- maya uygundu.

“Onu  bizzat kendi ellerinle öldürmeni izlemekten zevk du- yacağım” dedi Kyle, fikri düşününce gülümseyerek. “Görüyor- sun ki bu çocuğu bir fazlalık olarak görüyorum. Kız kardeşiyle aynı soydan geliyor ve tek bildiğim, hepimize zarar verebilecek bir bağışıklığa sahipler. İkisine de güvenmiyorum. Bilmiyorum onun insan olduğunu söylememe gerek var mı?”

Kyle, Samantha’nın yüzünü yakından inceledi.

“Eğer bunu yaparsan seni mevki, onur ve saygınlıkla ödül- lendireceğim. Senin için meclisimde özel bir yer olacak. Bu muhteşem bir savaş olacak, ırkımızın gördüğü en muhteşem savaşlardan biri olacak. Sen de bunun baş mimarlarından biri olabilirsin.”

“Diyelim ki reddettin…  İşkence göreceksin, yavaş yavaş; sonsuz bir acıya mahkûm olacaksın ve ismin meclisimizin tarihinden tamamen silinecek.”

Samantha  düşünmekteyken  odanın tamamında  ölüm sessizliği hâkimdi.  Bir çıkar yol bulmak için kafası fırıldak gibi dönüyordu.

“Neden onu bizzat kendin öldürmüyorsun?”  diye sordu sonunda.

Kyle geri yaslandı ve hafifçe sırıttı.

“İzlemeyeceksem ne zevki kalır” dedi. “En büyük hobile- rimden biri, insanların sevdiklerini öldürmelerini izlemektir.”




Sekizinci Bölüm


Caitlin kanatlarını defalarca çırptı. Nereye gittiği konu- sunda en ufak bir fikri yoktu,  zaten rüzgârın onu gö- türdüğü  yere gitmeye de razıydı. Ne gidecek yeri vardı ne de yaşaması için bir sebep. Sevgilisi Caleb ona ihanet etmiş ve şu dünyada umurunda olan diğer tek insan, yani Sam de muhtemelen aynısını yapmıştı. Ne de olsa Sam Samantha’yı ve  tüm o kötü vampirleri  doğruca  onun yanına, Kralın Mabedi’ne sürüklemişti.  Dünyada güvenebileceği   başka kimse kalmış mıydı ki? Hayatına giren herkesin ona ihanet etmesi kaderi miydi acaba?

Caitlin Hudson Nehri üzerinden uçarken ay ışığında par- layan nehre doğru baktı. Yüzünü ve saçlarını okşayıp göz- yaşlarını  silen gece havası iyi gelmişti. Artık adadan uzak- laşmıştı, ada ufukta ufacık bir noktadan ibaretti. Kafasını temizlemek için gittikçe daha da uzağa uçtu.

Aşağı doğru dalarak suyun birkaç adım yukarısında ne- redeyse ona değecek şekilde tam üstünden uçmaya başladı. Suya bu kadar yakın olmak iyi geldi. İçinin bir tarafı dalma- ya devam etmek, suyun içine batmak istiyordu. Fakat öbür yanı, yani vampir tarafı, bunun manasız olacağını biliyordu. Bir vampir boğulsa bile ölemezdi.

Uçtuğu sırada etrafında balıklar suyun içinden fırlamaya başladı. Onun varlığını sezmiş olmalıydılar. Sezmiş oldukla- rı şey vampir kanı mıydı acaba?

Caitlin yukarı  doğru  tırmandı,  yükseldiği  sırada kafası tekrar berraklaşmaya başladı. Olmuş  olan tüm şeyleri dü- şündü. Daha şimdiden ayrıntılar bulanıklaşmıştı. Acaba her şeyi fazlasıyla abartmış mıydı? Şimdi düşünüyordu da Caleb gerçekten ne yapmıştı ki? Evet, Sera oradaydı ve bir bakıma mevcudiyetinin mazereti yoktu. Fakat Caitlin  konu üzeri- ne daha fazla düşündükçe onun neden orada olduğunu ya da oraya nasıl geldiğini tam olarak bilmediğinin  daha fazla farkına vardı. İkisinin  yeniden birlikte olup olmadıklarını kesin bir şekilde biliyor değildi. Başka bir açıklama olması, en ufak bir şekilde dahi olsa mümkün müydü?

Belki de çok çabuk tepki vermişti. Bunu her zaman ya- pardı, kendini asla kontrol edemezdi.

Caitlin daha da yukarılara çıktıkça geniş bir dönüş yapıp tekrardan ada tarafına uçmaya başladı. Oysa içinin bir tarafı dönüp dönmeyeceğini merak ediyordu. Gidecek başka neresi vardıki?

O yöne doğru ilerlerken yeni bir amaç edindiğini his- setti. Belki de Caleb’e en azından bir açıklama şansı ver- meliydi. Hayatını o kadar çok kez kurtarmıştı ki! Tüm bu geçen günler  boyunca  başında  durmuş,  ona hayata  geri dönüşünde  refakat etmişti. Belki de onu hâlâ seviyordu. Belki de…

Caitlin artık o kadar da emin değildi.  Fakat uçtukça Caleb’e en azından bir şansı, kendini açıklaması için verile- cek bir şansı borçlu olduğunu fark etti.

Evet, bu şansı ona verecekti. Sonra da bir karara varacaktı.


*

Caleb deliye dönmüştü. Bir kez daha gittiği her yere fe- laket götüren Sera hayatının içine dalmıştı. Binlerce yıl bo- yunca kaç kez ondan uzak durmasını istediğini, kaç kez ona karşı bir şeyler hissetmediğini, onu hayatında istemediğini açık açık söylediğini hatırlamıyordu bile. Fakat sayısız kez, hepsi de en ters zamanlarda olacak şekilde, tekrardan ortaya çıkmayı beceriyordu. Sanki ne zaman yeni birisiyle beraber olduğunu, ne zaman gerçekten umursadığı birinin yanında olduğunu biliyor gibiydi. Her zaman da en ters zamanda çıkageliyordu. O hayatında karşılaştığı en bölgeci ve mülki- yetçi varlıktı. Caleb’in  binlerce yıllık hayatı boyunca başına musallat olmuştu.

Bu sefer  bunu kabul edemezdi.  Buna izin veremezdi. Onun ilişkilerini  fazlaca  baltalamıştı  zaten,  bu seferkiyse bardağı taşıran son damlaydı. Caitlin’i şimdiye kadar birlik- te olduğu  -gerek vampir gerek insan- herkesten daha fazla umursuyordu. Sera bunu sezmiş olmalıydı. Onu saklandığı delikten çıkaran, onun peşinden gitmeye sürükleyen şey bu olmalıydı.

Bir mazereti  vardı, her zaman  bir mazereti olmuştu. Onun sorunu da buydu işte: Onu hiçbir zaman yüzde yüz suçlayamazdınız çünkü her zaman acil bir mesajla çıkagelir ve bunun bir meşruluğu olurdu. Bu sefer, tabii ki, meclisleri saldırıya uğramak üzereydi. Dediğine  göre Kyle elinde kı-lıçla New York City’e geri dönmüştü ve topyekün bir vam- pir savaşının çıkmasına sayılı günler vardı. Meclisinden bir mesaj getirmişti: Onu geri istiyorlardı. Önceki  kural ihlal- lerini affetmeye hazırdılar. Bu savaş zamanında ellerindeki tüm askerlere ihtiyaçları vardı ve Caleb  ellerindekilerin en iyilerindendi.

Bu haberler yüzünden Sera’ya canının istediği gibi kıza- mıyordu ki bu da durumu daha da çileden çıkartıcı hale ge- tiriyordu. Ancak onun hayatına tekrardan sızmak için ma- zeret olarak tam da böyle bir durumu beklemiş olduğundan kuşkulanıyordu. Getirdiği haberler bir tarafa Caitlin’e hiçbir şekilde tekrardan birlikte oldukları görüntüsünü vermeye hakkı yoktu.

Kıpkırmızı bir suratla hâlâ kalenin terasında durmakta olan Sera’nın üzerine yürüdü.

“Sera!” diye çıkıştı hışımla. “Neden böyle dedin? Neden o kelimeleri kullandın? Biz diye bir şey yok! Ve çok iyi bildiğin gibi ona söylemediğim  hiçbir şey yok. Buraya  meclisimizden bir mesaj iletmek için geldin. Hepsi bu. Gelgelelim sanki ben saklanıyormuşum da senle ben hâlâ berabermişiz gö- rüntüsü verdin.”

Sera onun öfkesinden dolayı tırsmış değildi. Hatta bu ho- şuna gitmiş gibi duruyordu. Onun tepesinin tasını attırmayı başarmıştı ve görünen o ki istediği şey de tam olarak buydu.

Yavaşça gülümsedi, ona doğru bir adım attı ve elini kal- dırıp omzuna koydu.

“İyi de değil miyiz ki?” dedi baştan çıkartıcı bir şekilde. “İçten içe sen de biliyorsun ki aslında öyleyiz. Seni üzen şey de tam olarak bu. Eğer benim için bir şeyler hissetmiyor olsaydın, hiçbir türlüsü umurunda olmazdı.”

Caleb omzundaki elini itti.

“Bunun saçmalık  olduğunu  biliyorsun.  Yüzlerce  yıl- dır beraber değiliz. Ve bir daha asla birlikte  olmayacağız. Bunu kaç kere daha söyleyebilirim bilmiyorum” dedi öfke- den çıldırmış bir halde. “Hayatımdan  uzak durman lazım. Benden  uzak durman  lazım;  hepsinden  çok, Caitlin’den uzak durman lazım. Ondan uzak durman konusunda seni uyarıyorum.”

Sera’nın yüzü bir anda öfkeli bir ifadeye büründü.

“Şu zavallı kız” diye çıkıştı. “Sırf artık bizden biri diye benim üstüme çıkamaz. Benim yanımda hiçbir kıymeti yok. Ona nasıl baktığını  bile anlayabilmiş değilim. Meclisimizin sana onu dönüştürdüğün için hiç ceza vermemiş olmama- sından bahsetmiyorum  bile” dedi Sera karanlık  gözleriyle Caleb’e bakarak.

Caleb bunun anlamını biliyordu. Bu bir tehditti. Onu ihlal ettiği yasa konusunda uyarıyordu. Bunun  için feci şe- kilde cezalandırılabilirdi ve Sera da şimdi bunu diğerlerine haber verme tehdidini savuruyordu.

“Tehditlerinden yılacak değilim” dedi Caleb korkusuzca. “İstediğin kişiye istediğini söyleyebilirsin. Benim için uygun gördükleri şeye gözüm kapalı gideceğim.”

“Beni bezdiriyorsun” diye çıkıştı Sera. “Bak buradayız, savaşta! Tüm meclisimiz, tüm ailemiz risk altında. Sense ne yapıyorsun? Burada, bir adanın üstünde, zavallı küçük bir kızın iyileşmesini  bekliyorsun.  Evine dönmüş, kendi halkını savunuyor olmalısın oysa! Tıpkı gerçek erkeklerin yapacağı gibi…”

“Meclisim beni kovdu” diye cevabı yapıştırdı Caleb. “Yüz- lerce yıllık sadık hizmetimin ardından hem de. Onlara hiç- bir borcum yok. Şu an neyi hak ediyorlarsa onu alıyorlar.”

Caleb nefesini bıraktı.

“Yine de onları umursuyorum; içinde bulunduğumuz va- ziyet buyken onları yüzüstü bırakacak değilim. Sana söyle- dim, doğru zaman geldiğinde döneceğim.”

“O iyileştiğinde döneceğini söylemiştin. Açıkça görülü- yor ki iyileşti. Artık mazeretin kalmadı. Hemen şimdi dön- melisin!”

“Verdiğim sözü tutacağım, her zaman yaptığım gibi. Fa- kat şu noktanın çok açık olmasını istiyorum: Sadece mecli- simizi, katledilecek insanları kurtarmak ve kılıcı geri almaya yardımcı olmak için döneceğim. Bunun başka bir nedenden ötürü olduğu sanrısına kapılma. Görevim bittiği an tekrar- dan ayrılacağım ki bu sefer yüzümü  son kez görmüş ola- caksın. Yeniden birlikte olduğumuza dair hayallere kapılma. Çünkü değiliz.”

“Ah Caleb” dedi Sera ufak şeytani  bir gülümsemeyle. “Canının  istediğine inanabilirsin fakat içten içe biliyorsun ki sen ve ben hep birlikte olduk ve hep birlikte olacağız. Bu- nunla ne kadar savaşırsan bana o kadar yakınlaşırsın. Beni ne kadar sevdiğini biliyorum.  Bunu hissedebiliyorum, her gün hem de.”

“Hayallerde yaşıyorsun”  dedi Caleb. “Gün geçtikçe de kötüleşiyorsun.”

Sera’nın gülümsemesi büyüdü. “Doğru” dedi. “Kendine böyle söyle. Hislerinle savaş. İkimizin de hâlihazırda bildiği şeyle savaş.”

Sera aniden ona doğru kocaman iki adım attı, ellerini boğazına yapıştırdı  ve tek bir hızlı hareketle onu kendine çekti.

Caleb’in tepki vermesine kalmadan dudaklarını onun- kilerin üzerine yerleştirmiş, onu boğarcasına öpmeye başla- mıştı.

Caleb iğrenerek geri çekildi. Ellerini uzatıp onu itti. Tam bunu yaptığı sırada göz ucuyla ötelerinde duran balkon du- varına birinin indiğini gördü.

Bu Caitlin’di.


*

Caitlin adaya yaklaşmaktayken içinde tekrardan umudun yeşerdiğini hissetti. Kafası artık berraktı. Caleb, hatırladığı- na göre yanlış bir şey yapmamıştı. Aptalca davranan oydu. Ona açıklaması için bir şans vermesi gerekirdi. Tek bildiği, Sera’nın davetsizce çıkageldiği ve aralarında kesinlikle bir şey olmadığıydı. Neden bu kadar sert davranmıştı ki?

Aşağı dalarken ada görüş açısına girdi; altındaki büyük taş kaleyi, fener ışığında aşağıda alıştırma yapan vampir ka- labalığını gördü. Burası güzel bir yerdi ve Caleb onu buraya getirdiği için minnettardı. Son virajı alıp kıvrımın etrafın- dan geçerek üst duvara indiğinde  her şeyin yoluna gireceği hissine kapılmıştı.

Fakat yakınlaştığı sırada, tam inerken, kalbi duracak gibi oldu.

İşte Caleb ve Sera oradaydı. Ve bu sefer öpüşmektey- diler.

Öpüşüyorlardı. Bu düşünce Caitlin’in  içini kılıçtan da beter parçaladı. Hareket edemiyordu. Düşünemiyordu.  Ne- fes alamıyordu. Öpüşmekteydiler.  Öpüşüyorlardı.

Yani demek birliktelerdi. Bu sefer yanlış anlama falan yok- tu. Hâlâ ona âşıktı.

Caitlin’i sanki o hiçbir şey değilmiş gibi bir kenara atmış- tı. Ve bunu onun gözü önünde yapmıştı.

Caleb ona doğru koşturduğunda Caitlin bu sefer kaçma- dı. İçinde  hiddetin yükseldiğini  hissederken olduğu  yerde hayretten donmuş halde kaldı. İnsan olduğu zamanlarda hiç olmadığı kadar vahşileştiğini hissediyordu.

“Caitlin” diye girdi Caleb söze, “göründüğü  gibi değil. Lütfen, açıklamama izin ver…”

Fakat Caleb ona yaklaşıp konuşmaya başladığında Cait- lin sadece parmağını uzatıp ufuk çizgisini gösterdi.

“DEFOL!” diye bağırdı kaşlarını çatarak.

Bu bir emirdi. Bir soru değildi ve tartışmaya yer bırakmı- yordu.

Caleb olduğu yerde donmuş bir halde kalakaldı, görünen o ki gaddarlığı karşısında şaşkınlığa uğramıştı. Onun gemi- leri yaktığını sezmiş olmalıydı.

“DEFOL DEDİM!” diye bağırdı Caitlin tekrardan. “Seni bir daha asla görmek istemiyorum, yaşadığım sürece!”

Caleb hayrete düşmüş ve incinmiş bir halde, tıpkı daha yeni fırça yemiş küçük bir çocuk gibi oracıkta kalakaldı. Ona söyleyecek çok şeyi varmış gibi görünse de şuna emin- di ki ne söylerse söylesin, o tek bir kelimesini bile dinleme- yecekti.

Çaresiz bir şekilde yavaşça başını eğdi.

Dönüp balkon  duvarının  kıyısına  doğru  yürüyerek  iki büyük adım attı ve balkon korkuluğunun köşesine sıçradık- tan sonra havalandı. Dev kanatlarını çırparak gecenin içine doğru uçmaya koyuldu.

Caitlin Sera’nın endişeli bir ifadeyle kafasını çevirip san- ki onun ardından uçmak istercesine Caleb’in  uzaklaşması- na baktığını görebiliyordu. Fakat aynı zamanda sanki bunu yapmadan önce Caitlin’e söylemek istediği bir şey varmışça- sına tereddüt içinde duruyordu.





Конец ознакомительного фрагмента. Получить полную версию книги.


Текст предоставлен ООО «ЛитРес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/pages/biblio_book/?art=43697655) на ЛитРес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.



ALDATILMIS kitabinda (Vampir Mektuplari"in 3. kitabi), Caitlin Paine büyük bir komadan uyanir ve dönüstügünü fark eder. Simdi gerçekten tam bir vampir olan Caitlin uçma yetenegi ve insanüstü güç gibi yeni güçlerine sasirir. Gerçek aski Caleb"in onun eski haline dönmesini bekledigini ve onun tarafinda oldugunu ögrenir. Caitlin, hayal edebilecegi her seye sahiptir. Ve birden her sey kötü gitmeye baslar. Caitlin, Caleb"i eski esi Sera ile beraber görünce dehsete kapilir ve Caleb"in açiklamasina izin vermeden ona gitmesini söyler. Kalbi kirilan ve kafasi karisan Caitlin kivranip ölmek ister ve tek tesellisi yavru kurdu Rose"dur. Caitlin yeni çevresinde de teselli bulur. Hudson Nehrinde sakli bir adada (Pollepel), genç vampirlerden, erkek ve kizlardan olusan (o dahil 24 kisi) elit bir meclisin arasinda oldugunu ögrenir. Buranin kendisi gibi kimsesizlerin oldugu bir yer oldugunu ögrenir. Yeni en iyi arkadasi Polly ile tanisip elit bir vampir grubunda egitim alirken artik evi olarak adlandirabilecegi bir yer oldugunu fark eder. Ancak büyük bir vampir savasi yaklasmaktadir ve kardesi Sam, Samantha tarafindan kaçirilmis ve hala ondan uzaktadir. Efsanevi kilicini ustaca kullanan seytani Kyle da savasa gitmektedir ve New York"u yok edene kadar hiçbir sey onu durduramayacaktir. Yeni evine ve tarifi zor vampir Blake"e karsi yeni gelisen askina ragmen Caitlin kaderi onu baska bir yere götürene kadar bu adada kalacagini bilmektedir. Yine de en önemli kisi O"dur ve digerleri hala onun babasini ve herkesi kurtarabilecek diger silahi bulmasini beklemektedir. Yeni arkadaslari ve Caleb"e karsi gitmek bilmeyen hisleri arasinda kalan Caitlin, gerçek sadakatin nerede olduguna ve Caleb"i bulup onu tekrar hayatina sokma konusunda her seyi risk edip edemeyecegine karar vermelidir.. «ALDATILMIS, bu serinin mükemmel bir kismidir. Morgan Rice bu seride gerçek bir kazanan ileri sürer. Kitap aksiyon, ask, kararsizlik ve entrika doludur ve olaylar hizli gelisir. Yazarin ilk iki romanini okumamissaniz, onlari bitirin ve ALDATILMIS»i okumaya baslayin. Sirasiyla bu kitaplarin hepsini okudum ancak her biri birbirinden bagimsiz yazilmistir, bu yüzden ilk ikisini okumamissaniz bile ALDATILMIS"i alin. Eminim ki bunu okuduktan sonra ilk ikisini de okuma istegiyle dolacaksiniz- kesinlikle bir kez okumaya deger kitaplar. ya da iki kez! " VampireBookSite. "ALDATILMIS kitabinin sonundaki büyük çekisme okuyucuyu adeta soluksuz birakmaktadir ve ALDATILMIS kurgusu ve içerigi ile tüm otoritelerden A+ alacak özelliktedir. " –The Dallas Examiner. «ALDATILMIS kitabinin harika bir cazibesi, güçlü bir kurgusu, içersinde barindirdigi pek çok hareket ve okuyucuyu soluksuz birakacak özellikleri ile tam anlamiyla bir basyapittir. Bir önceki kitaptan daha karanliktir ancak geriye dönüslerle karakterleri daha iyi anlamamizi saglar. Ikincil karakter daha güçlüdür ve Morgan Rice»in bir üst seviyeye çikardigi hikâyede olay örgüsünü güçlendirmede ona yardim eder. Sonuna kadar okumak isteyeceginiz, okurken hiç sikilmayacaginiz ve içersinde size hiç beklemediginiz yerden vuracak sasirtici olaylarin oldugu kitabi kaçirmayin. " –The Romance Review

Как скачать книгу - "Aldatilmiş" в fb2, ePub, txt и других форматах?

  1. Нажмите на кнопку "полная версия" справа от обложки книги на версии сайта для ПК или под обложкой на мобюильной версии сайта
    Полная версия книги
  2. Купите книгу на литресе по кнопке со скриншота
    Пример кнопки для покупки книги
    Если книга "Aldatilmiş" доступна в бесплатно то будет вот такая кнопка
    Пример кнопки, если книга бесплатная
  3. Выполните вход в личный кабинет на сайте ЛитРес с вашим логином и паролем.
  4. В правом верхнем углу сайта нажмите «Мои книги» и перейдите в подраздел «Мои».
  5. Нажмите на обложку книги -"Aldatilmiş", чтобы скачать книгу для телефона или на ПК.
    Аудиокнига - «Aldatilmiş»
  6. В разделе «Скачать в виде файла» нажмите на нужный вам формат файла:

    Для чтения на телефоне подойдут следующие форматы (при клике на формат вы можете сразу скачать бесплатно фрагмент книги "Aldatilmiş" для ознакомления):

    • FB2 - Для телефонов, планшетов на Android, электронных книг (кроме Kindle) и других программ
    • EPUB - подходит для устройств на ios (iPhone, iPad, Mac) и большинства приложений для чтения

    Для чтения на компьютере подходят форматы:

    • TXT - можно открыть на любом компьютере в текстовом редакторе
    • RTF - также можно открыть на любом ПК
    • A4 PDF - открывается в программе Adobe Reader

    Другие форматы:

    • MOBI - подходит для электронных книг Kindle и Android-приложений
    • IOS.EPUB - идеально подойдет для iPhone и iPad
    • A6 PDF - оптимизирован и подойдет для смартфонов
    • FB3 - более развитый формат FB2

  7. Сохраните файл на свой компьютер или телефоне.

Видео по теме - ALDATILMA SONRASI YAPMAN GEREKEN 5 HAREKET, ALDATILMA ACISI NASIL GEÇER? (DOST ACI SÖYLER)

Книги серии

Книги автора

Аудиокниги автора

Рекомендуем

110 стр. 1 иллюстрация
Последние отзывы
Оставьте отзыв к любой книге и его увидят десятки тысяч людей!
  • константин александрович обрезанов:
    3★
    21.08.2023
  • константин александрович обрезанов:
    3.1★
    11.08.2023
  • Добавить комментарий

    Ваш e-mail не будет опубликован. Обязательные поля помечены *